11.Sınıf Dil ve Anlatım kitabı -Gezi(Seyahatname)-Etkinlikler-Ölçme ve Değerlendirme cevapları,hazırlık cevapları, etkinlik cevapları, gezi yazıları, Cevdet Kudret Örneklerle Edebiyat Bilgileri, Erzurum Şehri İle İlgili Gezi Yazıları

GEZİ (SEYAHATNAME)

“Bir yazarın yurt içinde ve yurt dışında gezip gördüğü yerlerin ilgi çekici özelliklerini anlattığı yazı türüdür. Gezi yazıları gezip görmenin, iyi bir gözlemin ürünüdürler. Gezi yazılarının tarihi çok eskidir. İnsanlar hep uzak ülkeleri, uzak ülkelerin doğasını, insanlarını, bu insanların yaşayış biçimlerini ve yarattıkları kültür eserlerini merak etmişlerdir. Bir nedenle başka ülkelere giden kişilerle karşılaştığımızda, onları soru yağmu*runa tutmamız bundandır. Günümüzde televizyon görüntüleri dünyanın birçok kültürünü yanı başımıza ge*tirdiği halde, hâlâ gezi anılarını dinlemenin ya da okumanın tadı başkadır…

Gezi yazılarının çok yönlü anlatım olanakları vardır. Uzunluğu çoğu zaman kitap olacak kadardır. Gazetenin iç sayfalarından birinde dizi halinde günlerce yayınlandığı da olur. Okuyucunun sıkılmadan, merakla okuduğu bir yazı türüdür. Gezi yazısı yazarken ilgiyi uyanık tutmak, okuyucuda okuduğu yer*leri görme isteği uyandırmak çok önemlidir. Gezi yazarlığı ayrı bir ustalığı gerektirir. Yazar gezdiği yerlerin ilginç özelliklerini hemen fark edecek kıvrak bir zekâya ve kültür birikimine sahip olmalıdır..

Gezi yazısı ile röportaj arasındaki ayrılıklar nelerdir?
Gezi yazılarıyla röportaj birbirine karıştırılmamalıdır. Gezi yazısında ilgi çekici yerler anlatılır. Röpor*tajda olduğu gibi, sorunları deşmek, arkasındaki sorunları duyurmak, kamuoyu oluşturmak amacı güdülmez. Gezi yazıları bir bakıma anıya ve günlüğe de benzer, fakat onlardan ayrı bir yazı türüdür.

Gezi yazısının belirleyici özellikleri nelerdir?
• Gezi yazılarında çoğu kez kronolojik zamanlı plân uygulanır. Gezi için yapılan hazırlıklar; yolcu*luk, yolculuk sırasında görülen ilgi çekici olaylar; varış, varıştaki ilk izlenimler…
• Gezi yazılarında da kendinden önceki söylenmişlerden, yazılmışlardan ayrı olmak önemlidir. Aynı yerler daha önce de başkaları tarafından görülmüş, yazılmış olabilir. İkinci gidişte görülenlerle, ilk gidişte görülenler arasındaki farklara bile değinmek gerekir. Bu da gezi yazılarının zamanla tarihsel belge olduğunu ortaya koymaktadır.
• Yazar anlattıklarının doğruluğunu; konuşma ile, bilgi toplama ve fotoğraflarla desteklemeli, an*lattıklarını bir mantık çerçevesine oturtabilmelidir. Her anlattığı, önceki anlattıklarıyla çelişmemelidir.
• Gezi yazılarında yazar; açıklayıcı anlatım, öyküleyici anlatım, betimleyici anlatım ve tartışmalı anlatım gibi bütün anlatım yollarından yararlanır. Ayrıca okuyucuya değişikliği gösterebilmek için örnekleme, karşılaştırma, tanık gösterme gibi nesnel verilerden de yararlanabilir.
• Resim kullanılmalıdır.”
(Canan İleri, Yazılı Anlatım Türleri I)

HAZIRLIK

1. Seyahatname, yazarların yurt içi veya yurt dışı gezilerinde gördüklerini anlattığı yazılara denir. Gezinmeyi iş edinen kişi seyyah veya gezgin adıyla anılır. Gezgin, gezip gördüğü yerlerin insanlarını, yaşayışlarını, tarihlerini medeniyetlerini anlatır. Seyahatnameler, yazarların sadece gezip görmek ihti*yacından doğmamıştır. Çeşitli savaşlar, hac ziyareti, görevle başka ülkelere gönderilen memurların yolculukları sebebiyle seyahatnameler yazılmıştır.

2. “Yediğin içtiğin senin olsun; gezip gördüğünü anlat.” sözüyle vurgulanmak istenen gezip gör*menin önemidir. Seyahatten dönüşte gezip görülen yerler hakkında bilgi edindiği düşünülen kimseler*den yeni görülen bu yerlerle ilgili bilgi edindiği düşünülür. Genellikle bu soruyu soran kişiler de seyahat edilen yer hakkında bilgi almak isterler meraklarını gidermek için sabırsızca “Yediğin içtiğin senin ol*sun; gezip gördüğünü anlat.” sözünü söylerler.

3. Görmediğimiz yerlerle ilgili bilgilere kitaplardan, görsel ve yazılı medyadan, internetten ve ora*ları gezip gören veya hakkında okuduğunu düşündüğümüz arkadaşlarımızdan ya da büyüklerimizden öğreniriz.

4. İnsanların farklı farklı ilgi alanları vardır. Bu ilgilere göre bir yeri görme isteği uyandıran etkenler değişir. Yeni yerler görerek oranın tarihi, doğası, insanı hakkında merak ettiklerimizi öğrenme isteği bu etkenlerden biridir. Merak, ilgi, eğlenme, dinlenme ve öğrenme ihtiyacı, bir yeri görme isteği uyandıran etkenlerdir.

5. Gezilen bir yerin yaşayış, gelenek, görenek, doğal güzellik, tarihi özellik ve daha değişik yön*lerden ilgi çekici ve farklı bulduğumuz yanlarının başkaları tarafından mutlaka bilinmesi gereği düşün*cesi, gezilen yerlerle ilgili izlenim ve bilgilerin yazılması isteğini doğurur.

6. Yurt içinde veya yurt dışında gördüğümüz yeni yerlerin bize kültürel açıdan yarar sağlayacağı muhakkaktır. Çünkü biz seyahat ettiğimiz yerlerde yeni ve farklı bir insan topluluğuyla karşılaşırız. Bu yeni toplumun, dolayısıyla bu yeni kültürün insana, eşyaya, mekâna bakışını ve yaşam felsefelerini öğrenmiş oluruz. Gelenek, görenek, doğal güzellik, tarihi mekânlar bize yepyeni dünyaların kapısını açar. Biz eğer meraklı isek ve öğrenmeye açıksak gerçekten bu seyahatlerin bilgi-görgü arttırma açı*sından, kültürel açıdan büyük yararlar sağlayacaktır.

1. ETKİNLİK

Daha Dün
Anadolu notları arasına bugün dumanı üstünde bir Rumeli notu sıkıştırıyorum.
Trenle Çatalca’ya şöyle bir gidiş, geliş… İstanbul sonbaharı için bundan daha hoş bir gezinti
olur mu?
Arkamda ipincecik bir elbise, ayağımda bir yazlık iskarpin… Yalnız geceye doğru belki hava serinler diye koluma hafif bir pardösü alıyorum. Ben, daha köşe başını dönerken hafif bir yağmur çise-lemeğe başlıyor. Ziyanı yok. Yaz yağmuru ne kadar sürer…
Kompartımanda yalnızım. Tren Kumkapı’ya yaklaşırken pencereden hafif bir serinlik geliyor. İhtiyaten pencereyi kapıyorum. Fakat serinlik kesilmiyor. Etrafıma bakınarak bir delik deşik arıyorum. Bulamayınca pardösüyü sırtıma alıyorum.
Bakırköy’ünü geçtikten sonra o da beni ısıtmamağa başlıyor. Bu defa, gene etrafıma, pencere ve kapı aralıklarına bakıyorum. Nihayet iskarpinlerim gözüme ilişiyor: Sokakta ben farkında olmadan altlan ıslanmış; su, yavaş yavaş çoraplara yürümüş…
Florya’dan sonra artık ayaktayım. Çünkü gittikçe artan anlaşılmaz soğuğa karşı vagonun içinde dolaşmaktan başka çare yok.
Hava, duman ve yağmur içinde. Görünürlerde ağaç ve yeşillik olmadığı için etraf birdenbire bir kara kış rengi bağlamış.
İki buçuk saat Sonra Çatalca. Trene yazın binmiş, kışın iniyor gibiyim, Üç, beş yolcu seller içinde istasyona doğru koşuyoruz Bir dakika içinde iskarpinlerim çamur, pardösüm su içinde kalıyor.
Baskın o kadar ani ki yaz sıcağı bekleme odasından çıkmağa daha vakit bulamamış. Şimdiden soba yanmasına imkân olmadığı halde adeta şüphe ile sobayı yokluyorum.
– Arkadaş, Çatalca nerede?
– Ta şu karşı tepelerin ardında,
– Arabalar, otomobiller nerede durur?
– Karşıda durur amma, bugün yok… Yol fena olduğu için otomobiller yalnız güzel havalarda işler*ler.
– Ben, şimdi ne yapacağım?
– Şimdi de bir tane var.
Tren yolunun karşı tarafında adamın gösterdiği yere bakıyorum. Üstü açık birtakım çardaklar ara*sında bir otomobil görüyorum.
Meğer ben, alık alık etrafıma bakınıp bekleme odasında sobayı muayene ederken öteki yolcular Orsaya koşmuşlar.
Ben, soluk soluğa yetiştiğim zaman araba dolduktan başka birkaç kişiyi, yerde açıkta kalmış bu*luyorum.
Şoför: – Ben artık gelemem yollar çok fena; diye nazlanıyor, kalanlar:
“Yapma Allah aşkına… İstasyon binasında bir de iki çocuklu kadın kaldı”, diye yalvarıyorlar
Nihayet, şoför tekrar döneceğine söz veriyor ve gidiyor.
Yolculardan bir, ikisi tekrar istasyon binasına dönüyorlar. Ben, bu sefer de atlarım korkusu ve yağmur altında beklemek bir nevi kıdem hakkı kazandım ümidiyle ondan ayrılmıyorum.
Çardaklardan biri kır kahvesi… Üstünde ağaç dalları ve tek tük yapraklar var. Kahve ocağının bu*lunduğu yerin üstü ve etrafı nispeten daha muhafazalı… Fakat nihayet tramvay sahanlığı genişliğinde bir yerde kahveci, kahvecinin bir alay hırdavatı ve iki müşterisi barınıyor. Ben, yanaşmağa cesaret edemeyerek uzaktan hasetle bakıyorum.
Onlar, bu hissimi anlamışlar gibi: “Siz de buyurun, ıslanmayın” diyorlar.
Müşteriler benden beter giyinmiş iki genç. Birisi tepemizdeki otların arasından akan yağmuru gös*tererek:
“Haşa huzurdan çıplak biri zemheride balık ağının içine girmiş, Allah dışarıda kalanlara imdadeylesin, demiş… Bizim vaziyetimiz de ondan farklı değil amma gene Allah şu kahveciden razı olsun” diyor.
Dert arkadaşlığı başka şey. Çabucak ahbap oluyoruz, birbirimize kahveler ısmarlıyoruz. Kahveci izahat veriyor:

— Hava bugün Çorlu panayırını berbat etti, Panayır haftaya burada kurulacak. Bu çar-dakları onun için hazırlıyorlar. Hemen Allah fakir fukaraya acısın da hava böyle gitmesin…
Kahveci insaniyetli adam. Şoförün “gelemem” diye nazlanmasının yol bozukluğundan ziyade ni*yet bozukluğundan ileri geldiğini, yani bizden fazla para çekmek için bu ağzı kullandığını söylüyor ve böyle bir teklif karşısında sıkı dayanmamızı tavsiye ediyor.
Otomobilin durmasıyla istasyona giden yolcuların, yerden biter gibi birdenbire ortaya Çıkmaları ve otomobile atlamaları bir oldu. Benim kıdem hakkı yandı; gene açıktayım Fakat biraz evvel kahvede tanıştığım gençlerden biri büyük bir nezaketle bana yerini verdi.
İstasyon kadının iki çocuğu ve bohçasıyla beraber daha yeni bekleme odasından çıktığı görülü*yordu Fakat görmemezlikten geldik. Halbuki biraz evvel şoföre geri dönmesi için yalvarırken kendimiz*den ziyade o biçareyi ileri sürmüştük.
Evet, İstanbul’un burnunun dibindeki Çatalca’ya bu eski vilayet merkezinde istasyonla şehir arasın*da adamakıllı bir yol yok. Yağışlı havalarda arabalar ortadan çekiliyor, halk, muhasarada kalıyor.
Biz yağmurların ilk başladığı günde bu on dakikalık yolu adeta maceralarla geçtik. Bir, iki kere devrile*cek gibi olduk; küçük bir dereye daldık, çıktık. Sonra bir tarladan iki, üç metre yüksekliğinde caddeye çıka*bilmek için, beygirle mania atlama yarışı yapar gibi, dört yahut-beş-defa-gerileyip-ileri-saldırdık.
Her defasında tam tepeyi tutacağımız saniyede makine soluya, hırlıya duruyor, sonra geriliyor, şoför bizi kenardaki hendeğe dökmemek için türlü manevralar yapıyor. Yolcular “aman oğlum, biz ine*lim bari” diyorlar. Şoför: “Araba ağır olursa daha iyi” diye cevap veriyor. Biz, beş yolcu, adeta safra vazifesi görüyoruz.
Çatalca’da yemek ve gezinti:
Yağmur aşçı dükkânının camından geçerek önümdeki masanın muşambasına damlıyor. Hazır yemekleri gözüm kesmediği için ateşe bir dilim et koydurdum. Tavanları delip geçen yağmurun benim yazlık iskarpinleri ne şekle soktuğunu anlatmağa hacet yok. Potinimin içine kat kat gazete kağıtları yayarak etin pişmesini bekliyorum. Sonra, artık hiç bir yağmurdan pervam kalmayacak surette ıslan*mış olduğum için rast gele çarşıyı, sokakları dolaşıyorum.
Reşat Nuri Güntekin
Anadolu Notları

Kırıkkale’ye Giderken
Ankara kalesi, telsiz direkleri ve bir tünel… Yarım dakika karanlık. Ankara geride kaldı. Bu yol, bütün bozkırı geçer, Karadeniz’e dek ulaşır.
İsmet Paşa yıllardır fikir döktü, ray döşedi. Şimdi ben, bu ray üstünden fikir taşıyan kültür savaşı*nın zırhlı trenine yetişmek için kilometrelerin sekişini sayıyorum. Tren yolunda… Gezici eğitim sergisi Kırıkkale istasyonunda… Tren yolunda dediğim zaman dudaklarımızda yabansı bir kıvrıntı seziyor gibiyim. Sezmeye de gerek yok gerçekten:
“Tren yolunda da laf mı a canım.” diyebilirsiniz. Eğer siz, bir zamanlar Yahşıhan’a dek böyle gidip gelen eski tren bozuntusunu anımsarsınız hiç de böyle düşünmezsiniz. Hele benim gibi Yahşıhan yolunda tuhaflıklara tanık olmuşsanız…Size, istasyonların kimi bodurumsu, kimi kavaklar gibi birbirleri*nin sırtından sırıtan uzun dallı ağaçlarından, çeşmelerinden, bayrak direklerinden, makaslarından, telgraf direklerine tünemiş güvercinlerinden, yol kenarında doygun doygun treni seyreden öküzlerden, özgür ve neşeli sıpalardan söz edeceğimize bizim orta Anadolu’ya kültür ve yeninin aşkını taşıyan trene rast gelinceye dek bugünkü güzel trenin yerindeki o eski tren ve ray bozuntusundan söz edeyim, her halde canınız sıkılmaz.
Yıl 1921, İnönü ile Sakarya savaşının araları… Ankara’dan Kayseri’ye doğru bir akın var. Kağnı, kağnı, kağnı… Yollardan, dağlardan, taşlardan gıcırtıdan geçilmiyor. Mumyalanmış bir eşeğe benze*yen cılız, sanki tenekeden yapılma bir lokomotif, ince, uzun hörgücünü kaldırmış, bitkin develeri anım*satan vagonlar da bunların arasında Kayseri yolunu tutuyor.
Her nedense o zaman burada işleyen dekovilde, sudan geçmeyen hayvanın inadına benzer bir inat vardı. Zaman zaman tutarağı tutardı. Bakarsınız, tıpış tıpış giderken birdenbire zınk yerinde sayar. Bir ses duyulur:
“Lokomotifin suyu tükendi. Allah’ını seven su getirsin!..”
Kovalarla, ibriklerle, testilerle bir sürü halk su aramaya çıkar, su bulunmayan bir yerde ise herkes mataralarındaki, testilerindeki, teneke ya da toprak ibriklerindeki suları lokomotife boşaltırlar. Mübarek, yürümeye başlar. Ama yürüyüş de ne yürüyüş!… Trenin üstünde pinekleyen ihtiyarlar, kimi zaman şöyle konuşurlardı:
“Tren giderken indim, aptes bozdum, elimi yudum, trene bindim.”
“Aptes tazeledim, yine geldim, yetiştim.”
Yokuş bir yere gelindi mi bir ses yükselirdi:
“Allah’ını seven vagonları ardından itsin!”
Yüzlerce adam trenden iner, trenin durduğunu gören köylüler de gelir. Helesa yelesa ile treni yü*rütürlerdi. Trenin kömürü tükenip yöreden çalı çırpı topladığımızı da ben bilirim. Bunları söylerken sa*dece bir anıyı anlatıyorum. Dün süngüsünü tüfeğine çaputla bağlayıp düşmana saldıran bir ulusun o günü böyle geçerdi.
Şimdi İsmet Paşa’nın döşediği raylar üstünde fikir gibi hızlı, düzenli ve rahat trenle Kırıkkale’ye yaklaşıyoruz. Makinenin, tekniğin dokunduğu yer, çölün ortasında bile olsa yepyeni bir uygarlığı fışkırtı veriyor. Kırıkkale işte böyle bozkırın ortasında baca. fabrika, asfalt, geometri, boyalı ev, sağlam tavan, iş gömleği giyen alın terli insan demektir. Kırıkkale bana, kopmuş bir film parçasının san bakkal kâğı*dına yapıştırılması etkisini yaptı. Kırıkkale, başlı başına minnacık bir fabrika yuvasıdır. Sağı solu, önü arkası bozkırdır.
İstasyon kalabalık… Siyahlar giyinmiş öğretmenler, iş gömlekli işçiler, ustalar, mühendisler, bereli kadınlar, irili ufaklı çocuklar vagonların çevresinde toplanıyorlar…
Sadrl Ertem,Türk Dili Dergisi, Gezi Özel Sayısı, 1 Mart 1973.

2.ETKİNLİK

GEZİ YAZILARI

“Gezi yazısı, gezilip görülen yerler üzerine yazılan yazıdır.
Geziye çıkmayı uğraş edinen kimselere gezgin denir. Eskiden, “gezi yazısı” yerine se*yahatname, “gezgin” yerine de seyyah terimleri kullanılırdı.
Gezi yazılarında, gezilen yerlerin görünümleri, insanların ırkları, dilleri, yaşayışları, gelenekleri, ta*rihleri* uygarlıkları, vb. anlatılır.
Gezi yazılarında yalnız görülen ve duyulan şeyler anlatılıp hayalden doğma hiçbir olguya yer ve*rilmediğinden, bu çeşit eserler tarih, coğrafya, toplumbilim, hukuk, folklor, vb. bilimleri için yardımcı kaynakların başlıcalarındandır.
Ya zevk için, ya keşif amacıyla ya da görevle yapılan geziler dolayısıyla yazılan bu türdeki yazıla*ra çok eski devirlerden beri rastlanmaktadır.

Dünya edebiyatında bu yolda eser verenlerin en ünlüleri şunlardır:

Çin’e kadar gitmiş olan Venedikli Marco Polo (1254-1324), Arap gezgini İbni Batuta (1304-1369?).vb.
Türk edebiyatında gezi türünde eser verenlerin en önemlisi Evliya Çelebi’dir (1611 -1685’ten son*ra).
XVIII. yüzyılda Avrupa ile ilişkiler çoğalınca, elçilik göreviyle yabancı ülkelere giden kimseler de, gittikleri yerler üzerine, sefaretname adı verilen eserler yazmışlardır; yapılan görevin sonucunu saraya bildirmek amacıyla yazılan bu eserler de gezi yazısı niteliği göstermektedir; Yirmi sekiz Çelebi Mehmet 7-1732) Efendi’nin Paris, Ahmet Resmî (7-1779) Efendi’nin Berlin üzerine yazdıkları sefaretnameler bunların en ünlüleridir

Yeni Türk edebiyatında gezi yazısı türünde eser verenlerin başlıcaları şunlardır:

Ahmet Mithat (Avrupa’da Bir Cevelan),
Ali Bey (Seyahat Jurnali),
Cenap Sahabettin (Hac Yolun*da),
Ahmet Haşim (Frankfurt Seyahatnamesi),
Falih Rıfkı Atay (Denizaşırı, Yeni Rusya, Taymis Kıyıları, Tuna Kıyıları, Bizim Akdeniz. Hind, Yolcu Defteri, vb.),
Reşat Nuri Güntekin (Anadolu Notları)
Azra Erhat (Mavi Yolculuk),
Melih Cevdet Anday (Anadolu ve Sosyalist Ülkelerde),
Oktay Akbal (Hiroşimalar Olmasın), vb.

Bunlardan yalnız Falih Rıfkı Atay gezi yazısı yazmayı uğraş edinmiş; edebiyatın başka dallarında çalışan öteki sanatçılar, bir yan uğraş olarak bu yolda yazmışlardır.

Gezi yazısı türünün bir dalı da, gezi röportajıdır. Röportaj (fr. Reportage) türü çeşitli olayları ve yerleri inceleyip okuyuculara anlatmak üzere, gazetelerin her yana gönderdikleri “muhabirlerin yazıla*rından doğmuştur. Röportajın başlıca özelliği, yerinde toplanmış canlı ve ilgi çekici gözlemlere dayan*masıdır. Röportajın alanı çok geniştir: toplum hayatında rastlanan her olay (yangın, kaza, salgın hasta*lık, grev, vb.), her yer (fabrika, okul, mahkeme, devlet dairesi, sokak, vb.), her memleket (şehir, kasa*ba, köy, vb.) ve her kişi (sanatçı, iş adamı, memur, esnaf, köylü, şehirli, vb.) röportaj konusu olabilir. (Tanınmış kişilerle belli bir konuda yapılan röportajlara, eskiden mülakat denirdi; bugün görüşme den*mektedir). Bizim konumuzla ilgili röportaj çeşidi, yurt köşelerini anlatan gezi röportajı’dır. Bu alanda eser veren yazarların başlıcaları şunlardır: Ahmet Şerif (Anadolu’da Tütün), Yaşar Kemal (Bu Diyar Baştan Başa), Fikret Otyam (Gide Gide, 13 cilt), vb.”

Cevdet Kudret Örneklerle Edebiyat Bilgileri-2

İNCELEME
1. Okuduğunuz ve dinlediğiniz gezi yazılarının ortak özelliklerini belirleyiniz.
·Gezilip görülen yerler hakkında yazılan yazılardır.
·Gezi yazısında yazar gezdiği yerleri anlatmış, abartma, uydurma bilgiler verilmez. « Yazar gördüklerini, okuyucusunun daha iyi algılaması için, karşılaştırma yapar. Okur sanki o yerleri sanatçıyla gezer gibi olur.
·”Gezi yazılarında çoğu kez kronolojik zamanlı plân uygulanır. Gezi için yapılan hazırlıklar; yol*culuk, yolculuk sırasında görülen ilgi çekici olaylar; varış, varıştaki ilk izlenimler…”
·Gezi yazılarında yazar; açıklayıcı anlatım, öyküleyici anlatım, betimleyici anlatım ve tartışmalı anlatım gibi bütün anlatım yollarından yararlanır. Ayrıca okuyucuya değişikliği gösterebilmek için ör*nekleme, karşılaştırma, tanık gösterme gibi nesnel verilerden de yararlanabilir.”

2. İncelediğiniz gezi yazısında yazarın ilgisini çeken unsurlar nelerdir?
• Japonların çok çalışkan bir millet olmaları, millet değil şirket gibi çalışmaları,
• İnsanlar birbirine çok saygılı. Sorumluluk duygusu çok gelişmiş, s • Temizlik çok önem vermeleri,
• Aile yaşamı çok önemli olması, boşanmanın çok zor olması,
• Japonların imparatorlarına kutsal bir değer yüklemeleri, o kadar ki Japonya’da her imparatorla birlikte takvimin yenilenmesi,
• Çok okuyan bir millet olmaları,
• Japon insanına doğduğu günden itibaren sabır öğretildiği için sövmek nedir bilmiyorlar.
• Japonya’da çocuğun çok önemli olması,
• Öğrencilerin tatillerinin kısa olması, tatil süresince bile okula gidip ödevlerini göstermeleri,
• Turizm açısından çok hareketli bir ülke olan Japonya’da önemli kahramanları Samurai’lerin tu*rizmde kullanılması,
• Japonya’da dört kişiye bir araba düşmesi ve trafiğin çok yoğun olması,
• Gerçekten de teknolojide dünyada bir numara olmaları,
. Japonya’nın, geiir dağılımı açısından dengeli ülkelerin başında gelmesi,
• Dünyanın en gelişmiş inci endüstrisinin Japonya’da bulunuyor olması.
• Japonya’da insanların iki odalı evlerde yaşıyor olması,
• Japonya’da insanların ev gezmesine bile vakitlerinin olmaması,

3. Gezi yazılarında, görülen her şeyin anlatılıp anlatılamayacağını tartışarak belirleyiniz.
Gezi yazılarında, görülen her şey anlatılmaz. Yazar seçicidir. Yazarın kendisi için farklı olan, sıradan olmayan şeyleri anlatması önemlidir. Aynı şekilde hitap ettiği kitlenin de ilgisini çekecek şeyleri işlemesi gereklidir.

4. İncelediğiniz metinden tanımlama, betimleme ve açıklama cümleleri bulunuz. Bunlar olmadan yazının aynı etkiyi gösterip göstermeyeceğini açıklayınız.
Japonya’nın resmî adı Japonya, ama millî adı “Nippon” (Nipın). Toplam 377 bin kilometrekare*lik bir ülke, dört adadan oluşuyor ve 123 milyon nüfusu var. İrili ufaklı adaların bütünü Japonya ama büyük adalar Hokkaido, Hondo, Şikoku, Kiyuşiyo.. cümlesi açıklama cümlesine örnek verilebilir.

İyi dövüşen, saygın savaşçılara verilen Samurai adının Japonca’da asıl anlamı “hizmet eden kişi”dir. cümlesi tanımlama cümlesine örnek verilebilir.

Japonya’da dört kişiye bir araba düşüyor: trafik çok yoğun. Tehlikeli yılanlar gibi sarmaş dolaş olmuş yollar; üst yollar, alt yollar… cümlesi betimleme cümlesine örnek verilebilir.

Gezi yazısında yazarın bu anlatım yollarına başvurması bu türün özelliğinden dolayıdır. Bunlar gezilip görülen yerin en iyi şekilde ve inandırıcı anlatılması için çok önemlidir. Çünkü gezi yazıları öğ*retici, karşılaştırma imkânı sağlayan yazılardır. Bunlar olmadan yazı aynı etkiyi göstermeyecektir.

5. İncelediğiniz gezi yazısındaki bütünlüğün hangi ögeler etrafında sağlandığını açıklayınız.
Kelimede sesler, cümlede kelimeler, paragrafta cümleler, metinde paragraflar birer birim oldu*ğu için paragraflar da bu metni oluşturan birimdir. Bu paragraflar dil bilgisi kuralları içinde kelimeler, kelime grupları ve cümleler arasında anlam ilişkisiyle iç içedir. Konunun ortaya konduğu veya sezdirildiği cümle ve cümlelerin paragrafın başlarında olduğu görülmektedir. Her paragrafı kendisinden önce ve sonrakine bağlayan söz veya söz grupları vardır. 2. soruda hangi konuların ortaya konduğunu maddeler halinde göstermiştik. Dikkat edilecek olursa bunlar her bir paragrafın konusudur. Ancak yine de bu paragraflar birbirinden bağımsız değildir. Dil bilgisel öğelerle ve anlam ilişkisiyle birbirine bağlıdır, örneğin birinci paragrafta isim vermeden Japonlardan bahseden yazar, ikinci paragrafa ”Kimlerden söz ettiğimi hemen anladınız değil mi?” cümlesiyle başlayarak birinci paragrafla anlam ve dil bilgisel ilişki kurmuştur.

6. Okuduğunuz gezi yazılarının üzerinizde bıraktığı etkileri arkadaşlarınızla paylaşınız.
Okunan gezi yazıları insanı içine öyle çekiyor ki insan sanki oraları gezmiş, görmüş hissine ka*pılıyor. Örneğin bu yazıyla birlikte Japon milletini ve Japonya’yı tanımanın ortaya koyduğu psikolojiyle artık o insanlara karşı sempati hissetmeye başlıyorsunuz.

7. Okuduğunuz gezi yazısında anlatılan yerlerle ilgili ne tür bilgilere ulaşıyorsunuz? Bunlardan hareketle gezi yazılarının okuyucuya sağladığı yararları belirtiniz.
Japonya’nın tarihi, toplum yapısı, ekonomisi, Japonların hayat felsefeleri, kültürleri, hakkında geniş bilgilere ulaştık. 2. soruda bunları maddeler halinde sıraladığımızdan tekrar açmıyoruz. Bunlar*dan hareketle gezi yazıları öğretici, karşılaştırma imkânı sağlayan yazılar olduğundan okuyucu bir milletin tarihini, sosyolojisini, felsefesini, doğal güzelliklerini, kültürünü öğrenme fırsatı bularak kendi devleti ve milletiyle bu durumu karşılaştırma imkanı sağlamaktadır.

8. Dil, metinde ağırlıklı olarak hangi işlevde kullanılmıştır?
Dil, metinde ağırlıklı olarak göndergesel işlevde kullanılmıştır.

3.ETKİNLİK
İncelediğiniz gezi yazısındaki paragrafları yapı ve anlam bakımından birbirine bağlayan unsurların neler olduğunu tespit ediniz.
İncelediğiniz gezi yazısındaki paragrafları yapı ve anlam bakımından birbirine bağlayan unsurlar hakkında 5. soruda açıklama yapmıştık. Bu açıklamalara ek olarak örneğin üçüncü paragraf “Konuya imparatorlardan girdiğimize göre. bir şeyler daha eklemek yerinde olur sanıyorum.” cümlesiyle başlı*yor. Burada hem anlam olarak hem de dilbilgisel olarak bir önceki paragrafa gönderme vardır. 5. pa-• agraf “Başlıca kentleri. Tokyo, Yokohama….” cümlesiyle başlar. Burada Japonya adı zikredilmez. Çünkü bir önceki paragrafta söz edilmişti, “kentleri” kelimesinde Japonya’nın Kentleri isim tamlama*sının sadece tamlananı burada verilmiş. Dilbilgisel olarak ve anlam olarak biz tamlananı biliyoruz ve bir önceki paragrafa bağlıyoruz. Bu örnekleri bütün paragraflar için çoğaltabiliriz.

4.ETKİNLİK

“Babaların eşleri ve çocukları ile aile yaşamı sürdürmesi olanaksız.” cümlesinde “babaların” ke*limesinden sonra virgül konmalı virgülden kaynaklanan bu anlatım bozukluğu giderildikten sonra öznede anlam eksikiği giderilmelidir. “Babaları, eşleri ve çocukları ile beraber bir aile yaşamı sürdürmesi olanaksız.” demesi daha doğrudur.
“…yönetim de kendilerini aynı aileden saydıkları için birbirlerine güveniyorlar” burada özne yük*lem uyuşmazlığı söz konusudur. “Çalışanlar ve yöneticiler kendilerini aynı aileden saydıkları için birbirlerine güveniyorlar”şeklinde söylenirse anlatım bozukluğu giderilmiş olur.

“Temizlik çok önemli; evler, iş yerleri, taşıt araçları, sokaklar, parklar pırıl pırıl.” cümlesinde gereksiz sözcük kullanımından doğan anlatım bozukluğu söz konusu, “taşıt araçları” yerine “taşıtlar” demek yeterli olacaktır.
Bu örnekleri şu şekilde daha da çoğaltabiliriz:
“Sonra biri bitmeden öteki baştan uçsuz bucaksız banliyöler, kasabalar.”

“İngilizce öğretim yapan pahalı kolejlere gidiyor.”
“İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra kayıtsız şartsız teslim olan Japonya, ordu bile kuramıyor ulusla*rarası antlaşmaya göre ama teknoloji ordusuyla, değil Batılı ülkeleri, Amerika’yı bile işgal etmiş du*rumda. “
‘Tehlikeli yılanlar gibi sarmaş dolaş olmuş yollar; üst yollar, alt yollar…”

Bu cümlelerde anlatım bozukluğu söz konusu. Dolayısıyla bu anlatım bozuklukları yukarıdaki an*latım bozukluklarıyla birlikte ele alındığında cümlelerde akıcılık, duruluk – açıklık ve yalınlık açısından da sıkıntı doğurmakta. Ancak bir sonraki etkinlikte akıcılığı, duruluğu- açıklığı ve yalınlığı bozan ifade*ler aynı zaman da anlatım bozukluğu olduğu için orada tekrar ele alınacaktır.

5.ETKİNLİK

Ölçütler
Değerlendirme
Japonya

Akıcılık
“İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra kayıtsız şartsız teslim olan Japonya, ordu bile kuramıyor uluslararası antlaşmaya göre ama teknoloji ordu*suyla, değil Batılı ülkeleri, Amerika’yı bile işgal etmiş durumda.”

Duruluk-Açıklık
“…..yönetim de kendilerini aynı aileden savdıkları için birbirlerine
güveniyorlar”
“Sonra biri bitmeden öteki bastan uçsuz bucaksız banliyöler. kasaba*lar.”
“İngilizce öğretim yapan pahalı kolejlere gidiyor.”
“Genellikle feodal beyleri koruyan ve onlar adına savaş veren özel şövalyeler olan samurailer Japon tarihinin en renkli kahramanları ara*sında yer alıyor.”

Yalınlık

“Tehlikeli yılanlar gibi sarmaş dolaş olmuş yollar; üst yollar, alt yollar…” “…robotizasyon ve otomatizasyonu çok ilerletmişler.”

Bu tabloda yapılacak değerlendirmede büyük ölçüde bütün gezi yazısı için akıcılık, duruluk-açıklık ve yalınlık konusunda olumlu bir sonuç ortaya çıkacaktır. Yani metin genel olarak akıcı, duru-açık ve yalındır.
Değerlendirme sonuçlarından hareketle akıcılık, duruluk-açıklık ve yalınlığın gezi yazısının anla*şılmasına büyük katkı sağladığı görülmektedir.

6. ETKİNLİK
Erzurum Şehri İle İlgili Gezi Yazıları:
• Ahmet Refik Altınay’ın Erzurum adlı gezi yazısında kronolojik zamanlı plâna uyulmuştur. İbrahim Minnetoğlu’nun Erzurum adlı gezi yazısının üslubu farklıdır. Bu yazının kendine göre bir kronoloji olsa da Ahmet Refik Altınay’ın Erzurum adlı gezi yazısındaki gibi kronolojik zamanlı plâna uyulmamıştır.
• İbrahim Minnetoğlu’nun Erzurum adlı gezi yazısı yazarın daha önce gezdiği bir yeri tekrar an*lattığı gezi yazısıdır. Bu son gidişte görülenlerle, ilk gidişte görülenler arasındaki fark anlatılmaya çalışılmıştır. Ahmet Refik Altınay’ın Erzurum adlı gezi yazısı ise muhtemelen ilk kez görülen bir yerin yaşayış, gelenek, görenek,doğal güzellikler, tarihi özellikler ve değişik yönlerden ilgi çekici yanlarının anlatıldığı bir yazı. İbrahim Minnetoğlu’nun Erzurum adlı gezi yazısı şehrin insan portrelerini çizen, şehri bildiği ve yaşadığı şehir*le ve yaşam tarzıyla karşılaştıran bir yazı.
• Ahmet Refik Altınay’ın Erzurum adlı gezi yazısında yazar: açıklayıcı anlatım, öyküleyici anla*tım, betimleyici anlatıma başvurmuş ancak İbrahim Minnetoğlu’nun Erzurum adlı gezi yazısında ağır*lıklı olarak tartışmacı anlatımdan da yararlandığı görülmektedir.

Ses Düşmesi Olan Kelimeler
Ses Türemesi Olan Kelimeler
Ses Daralması Olan Kelimeler
Ses Benzeşmesi Olan Kelimeler
ilerletmişler
ürünlerini
arıyorlar
işçisine
çevreler
biliyorlar;
başlıyorlar
açıktır.
…………..;……………i
birbirine
pazarlamasını
yaşıyorlar
Elbette
oğlu
……………………………………’
asır
yiyecek
çektikten
ömrü
sabır
kaybetmiyor
ettiğimi
devrine
asıl
uyguluyorlar
olmuştu
akla
mahkemeye
diyecek
tahtta
kaybetmesinden
iktidarlarına
——
ilerlettim
aslında
kayıt
……
savaşçılara
ayrıcalıklı
gazetesi
……
soğukta

Metinde aynı türden ses olayı görülen birçok kelime olduğundan farklı örnekleri almayı tercih et*tik. Daha onlarca bazı ses olaylarının görüldüğü kelime olmasına rağmen ses daralması olan kelimele*rin sayısı tabloda görüldüğü kadardır.
Ses Düşmesinin Sebebi:
Sözcüğün aslında bulunduğu halde, ek geldiğinde bazı sesler düşebilir. Bu düşme hem ünlülerde hem ünsüzlerde görülür.
Ünlü Düşmesi
Sözcüğün aslında bulunan bir ünlünün düşmesidir. Türkçede iki ünlünün yan yana geldiği birle*şik kelimelerde bir ünlünün düştüğü görülür. Yine sözcüğün son hecesinde bulunan dar ünlüler, ünlüy*le başlayan bir ek sözcüğe eklendiğinde düşer. Bu özellik bazı organ isimlerinde, Arapçadan dilimize geçen bazı sözcüklerde, bazı Türkçe fiillerde görülür.
Iler-l-letmlşler, çev-l-reler, blr-l-blrlne, oğ-u-lu, öm-ü-rü, dev-i-rine, ak-ı-la, kay-ı-betmesinden, as-ı-lında, ay-ı-rıcalıklı
Ses Türemesinin Sebebi:
Sözcüğün aslında olmadığı halde, ek geldiğinde ortaya çıkan seslerdir. Türkçede şimdiki zaman eki alan ünsüzle biten kelimelerin araya bağlantı ünlüsü aldığı görülür.

Türkçe kurallara göre bir sözcükte iki ünlü yan yana gelmez. Araya kaynaştırma harfi girer. Türkçede dört tane kaynaştırma harfi vardır: ş. s, n, y. Bunların her birinin özel kullanım yerleri vardır.
“-s-” kaynaştırma harfi veya yardımcı ünsüz: Üçüncü tekil şahıs iyelik ekinden önce kullanılır. Daha çok isim tamlamalarında tamlanan görevindeki sözcükte görülür.
“-n- “kaynaştırma harf) veya yardımcı ünsüz:
Zamirlerden sonra ek geldiğinde kullanılır. İyelik eklerinden sonra hal eki gelirse kullanılır, ilgi eklerinden önce kullanılır.
“-y-” kaynaştırma harfi veya yardımcı ünsüz: Yukarıdaki kuralların dışında olan her yerde “y” kaynaştırma harfi kullanılır..
Kaynaştırma harfleri aslında iki ünlü arasında kullanılır. Ancak bazen iki ünlü arasına gelmediği halde de kullanıldığı olur.
Ürünlerl+n+l, bll+l+yorlar, pazarlama+sı+nı, as+ı+r. sab+ı+r, as+ı+l, mahkeme+y+e, Iktldar-ları+n+a, kay+ı+i, gazete+s+i
Ses Benzeşmesinin Sebebi:
Dilimizde ünsüzler sert ve yumuşak olmak üzere iki gruba ayrılır. Sert ünlüler “ç, f, t, h, s, k, p, ş” ünsüzleridir. Bunun dışında kalanlar ise yumuşak ünsüzlerdir.
Bir sözcük sert bir ünsüzle bitiyor ve o sözcüğe ünsüzle başlayan bir ek geliyorsa, ekin başındaki ünsüz sertleşir. Buna ünsüz benzeşmesi denir. Elbette bu benzeşme sert ve yumuşak şekli olan ses*lerde söz konusudur. Bu özelliği dört seste görüyoruz;
p – b, ç – c . t – d. ğ – g
iş-c/çisine, açık-d/tır, elbet-d/te, çektik-d/ten, et-d/tiğimi, olmuş-d/tu, taht-d/ta, ilerlet-d/tim, savaş-c/çılara, soğuk-d/ta
Ünlü Daralması (a -1, e – i):
Türkçede a, e ünlüsü ile biten fiillerin şimdiki zaman çekiminde, söyleyiş ve yazılışta da a ünlüleri ı, u;.,e ünlüleri i, ü olur.
Tek heceli a, e ünlüleri ile biten fiiller, ünlüyle başlayan ek aldıklarında araya kaynaştırma harfi (yardımcı ünsüz) gelir ancak bu fiillerdeki a. e ünlülerinde bir daralma (ı ve i’ye dönme) görülür, de- ve ye- fiillerinde olduğu gibi.
Ar-a/ıyorlar, başl-a/ıyorlar. yaş-a/ıyorlar, y-e/lyecek, kaybetm-e/iyor uygul-a/uyorlar, d-e/lyecek

8.ETKİNLİK

Japonya

Ağaçkakan Kuşu ve Başka*ları
Amaç bakımından

Gezip, görülen bir yerleri ilginç ayrıntılarıyla tanıtmak

Yazar kendi başından geçen olayları gözlemlerine ve
görüşlerine bağlı kalarak an*latmak

Üslup bakımından

Okuyucuları aydınlatıcı, öğre*tici bilgiler sunulduğundan duygulara çok yer verilmemiş*tir. ~

Yaşadığı olaylar karşısındaki duygularını okuyucularıyla paylaşmak istediğinden içten ve samimidir

Gözlem tekniği bakımından
(J) Objektif bir gözlem ve izlenim burada da söz konusudur.
(A) Kişisel gözlem ve izlenim son derece önemlidir.
Dilin işlevi bakımından
İki metinde de : Göndergesel işlev
Anlatım türleri bakımından
(J)Yoğun olarak açıklayıcı an*latım kullanılmaktadır.
(A)Öyküleyici anlatım ön plan*dadır.

ANLAMA VE YORUMLAMA

9. ETKİNLİK
Erzurum şehrini anlatan bir belgesel hazırlanmıştır. Bu belgeseli VCD şeklinde temin edebilirsi*niz. [Sadece Kayıtlı Kullanıcılar Linkleri Görebilir. Üye Olmak İçin Tıklayın…]internet sitesinden bu belgesele ulaşabilirsiziniz.
Belgesel başka bir insanın dikkati ve gözlemiyle çekilmiştir. Asla kendi gezip görmenizle aynı şey değildir. Gezilip, görülen yeri hissetmek ve yaşamak lazımdır. O yüzden izlediğiniz belgeselden hare*ketle gezi yazısı yazılamaz. Sadece TV’den seyretmek yeterli olsa idi, kimse seyahat etmez sadece seyrederdi. İnsanlar belgesellerle yetinmeyip bir de bizzat görmek istiyorlarsa, bizzat gezip görmenin bir ayrıcalığı kişisel ve insani boyutu var demektir. Dolayısıyla belgeselden seyredilerek bir yerle ilgili gezi yazısı yazılamaz.

10.ETKİNLİK
Günümüzde teknoloji çok ilerlemiş durumda. Eskiden aylarca seyahat erek gittiğiniz yerlere şimdi birkaç saatte varmanız mümkün. O zaman gördüğünüz her şeyi uzun uzun tasvir etmek zorundaydınız. Şimdi ise fotoğraf makinesi destekli mükemmel yazılar yazabilirsiniz. Hatta gezip gördüğünüz yerleri filme çekip belgesel haline bile getirebilirsiniz. Bu açıdan fotoğraflarla, filmlerle yazdıklarınızı destekleyebilir daha inandırıcı ve ölümsüz kılabilirsiniz. Bu açıdan bakıldığında teknoloji tabiî ki olum*udur. Ancak eskiden yazılanları gözümüzde canlandırma kendimize göre hayal kurma imkânı bulabilirdik. Herkesin gezi yazısından aldığı lezzet bu anlamda daha başkaydı.

11.ETKİNLİK

Coğrafi Konumu: Antalya ili, Türkiye’nin güneyinde, merkezi Akdeniz kıyısında olan bir turizm merkezidir. Kuzeyinde: Burdur, İsparta, Konya, doğusunda: Karaman, Mersin, batısında; Muğla illeri vardır. Güneyi, Akdeniz ile çevrelenmiştir. Türk Riviera’sı Antalya kıyılarının uzunluğu 630 km’yi bulur.
Tarihçe : “Attalos Yurdu” anlamına gelen Antalya, II. Attalos tarafından kurulmuştur. Bergama Krallığı’nın sona ermesiyle (M.Ö. 133) bir süre bağımsız kalan kent, daha sonra korsanların eline geçmiştir. M.Ö. 77’de Komutan Servilius Isauricus tarafından Roma topraklarına katılmıştır. M.Ö. 57’de Pompeius’un donanmasına üs olmuştur. M.S. 130’da Hadrianus’un Attaleia’yı ziyaret etmesi şehrin gelişmesini sağlamıştır. Bizans egemenliği sırasında piskoposluk merkezi olan ismi görülen Attaleia, Türklerin eline geçtikten sonra büyük bir gelişme göstermiştir. Modern şehir, antik yerleşme*nin üzerine kurulduğundan, Antalya’da antik çağ kalıntılarına çok az rastlanmaktadır. Görülebilen kalıntıların ilki, eski liman olarak nitelenen liman mendireğinin bir kısmı ve limanı çevreleyen surdur. Surların park dışındaki kısmında restorasyonu yapılan Hadrian Kapısı Antalya’nın en güzel antik eserle*rden biridir.

Antalya şehri ve çevresine antik çağda, “çok verimli” anlamına gelen Pamphylia, Batı kesimine ise Lykia denirdi. Milattan önce VIII. yüzyıldan itibaren buraya Ege denizinin Batı kıyılarından göçenler: Aspendos ve Side gibi şehirleri kurmuşlardır. II. yüzyıl ortalarında hüküm süren Bergama Kralı II. Attalos, Side’yi kuşatmıştı. Antalya’nın yaklaşık 75 km. doğusundaki Side’yi alamayan kral, şimdiki il merkezinin olduğu yere gelerek bir şehir kurdu. Buraya onun adı verilerek Attaleia dendi. Zaman için*de Atalia, Adalya diyenler oldu. Antalya, onun adından gelmektedir.
Yapılan arkeolojik kazılarda Antalya ve bölgesinde, günümüzden 40 bin yıl önce insanların yaşa*dığı ispat edilmiştir. Milattan önce 2000 yılından bu yana bölge, sırasıyla; Hitit, Pamphylia, Lykia, Ki*li kya gibi kent devletlerinin ve Pers, Büyük İskender ile onun devamı sayılan Antigonos, Ptolemais. Selevkos, Bergama Krallığı’nın idaresine girmiştir. Daha sonra Roma Devleti, hüküm sürmüştür. An*talya’nın antik çağdaki adı Pamphylia idi ve burada kurulan şehirler bilhassa II. ve III. yüzyılda altın çağını yaşadı. V. yüzyıla doğru da eski ihtişamını kaybetti.
Yöre Doğu Roma ya da Türkiye’de tanınan adıyla Bizanslıların hâkimiyeti altındayken, 1207’de Selçuklular tarafından Türk topraklarına katıldı. Anadolu Beylikleri devrinde ise Teke Aşiretinin bir kolu olan Hamitoğulları’nın egemenliğine girdi. Teke Türkmenleri, Türklerin eski yurdu bugünkü Türkmenis*tan’da da nüfus olarak en büyük boylardan biridir. XI. yüzyılda bir kısmı buraya gelmiştir. Bugün Antal*ya’nın kuzeyi ile Isparta ve Burdur’un bir kısmı olan Göller Bölgesinin, bir adı da Teke yöresidir. Os*manlılar zamanında Anadolu eyaletine bağlı Teke sancağının merkezi, şimdiki Antalya il merkeziydi. O yıllarda buraya Teke sancağı denirdi. İlin şimdiki adı ise aslında antik çağdaki adının biraz değişmiş şeklidir ve Cumhuriyet döneminde verilmiştir.
XVII. yüzyılın ikinci yarısında Antalya’ya gelen ünlü Osmanlı seyyahı Evliya Çelebi, kale içinde dört mahalle ve üç bin ev, kale dışında 24 mahallesi olduğunu -belirtir. Şehrin çarşısı ise kale dışın-daymış. Evliya Çelebi’ye göre limanı, 200 parçalık gemi alacak büyüklüktedir. İdarî bakımdan Kon*ya’ya bağlı Teke Sancağı’nın merkezi olan Antalya, Osmanlı imparatorluğunun son yıllarında bağımsız sancak haline getirildi.
Kaleiçi: büyük bir bölümü yıkılmış ve yok olmuş at nalı şeklinde içten ve dıştan surlarla çevrili*dir. Surlar, Helenistik, Roma, Bizans. Selçuklu ve Osmanlı devirleri ortak eseridir. Surların 80 burcu vardır. Surların içinde kiremit çatılı 3.000 kadar ev bulunmaktadır. Evlerin karakteristik yapıları Antal*ya’nın sadece mimari tarihi hakkında fikir vermekle kalmaz, aynı zamanda bölgedeki yaşam tarzını, gelenek ve görenekleri en iyi şekilde yansıtır. 1972 yılında Antalya iç limanı ve Kaleiçi semti, özgün dokusu nedeniyle “Gayrimenkul Eski Eserler ve Anıtlar Yüksek Kurulu” tarafından “SİT bölgesi” olarak koruma altına alınmıştır. Turizm Bakanlığı’na “Antalya- Kaleiçi Kompleksi” restorasyon çalışmasından dolayı. 28 Nisan 1984de FİJET (Uluslararası Turizm Yazarları Birliği) tarafından Altın Elma Turizm Oskan ödülü verilmiştir. Günümüzde Kaleiçi otelleri, pansiyonları, restoranları ve barları ile eğlence merkezi haline gelmiştir.
Eski Antalya Evleri: Yazların çok sıcak ve kışların ılık geçtiği Antalya’da eski evlerin yapı*mında soğuktan çok, güneşi önlemeye ve serinlik sağlamaya önem verilmiştir. Gölgeli taşlıklar ve av*lular hava akımını kolaylaştıran özelliklerdir. Depo ve hol görevi yapan girişi ile üç kat üzerine kurul*muştur.
Yivli Minare: Antalya’nın ilk Türk yapısıdır. Merkezde liman yakınındadır. Üzerindeki yazıta göre Anadolu Selçuklu Sultanı Alâeddin Keykubat’ın yönetimi zamanında (1219-1236) inşa edilmiştir. Tuğla ile örülen gövdesi, sekiz yarım silindirden oluşur. Bu minarenin bitişiğinde bir cami varsa da yıkılmış olmalıdır. Çünkü Minarenin yanındaki Cami daha geç devre. 1372 yılına aittir. Bir Türk Beyliği olan Hamitoğulları zamanında, Tavas i Balaban adlı bir mimar tarafından yapılmıştır.
Ulu Cami: Kesik Minare adıyla da bilinir. Aslında bir Bazilika olarak V. yüzyılda inşa edilmiştir, ilk eserden çok az bölüm ayakta kalmış, Bizans döneminde değişikliklere uğramıştır. Eser, Osmanlılar zamanında tamir görmüş, bir kısmı Mevlevihane olarak kullanılmış, sonra cami olarak hizmete açılmış*tır.
Karatay Medresesi: İl merkezindeki önemli Türk İslâm yapılarından olup XIII. yüzyıl ortasında inşa edilmiştir.
Evdir Han: 20. yüzyıl başlarına kadar ulaşım at ve develerle sağlanır, ticaret malları da bu hay*vanlarla nakledilirdi. Kervanlar yollarda, “Han” ve kervansaraylarda konaklardı. İşte Evdir Han da bun*lardan biridir. Antalya’dan kuzeye giden yol üstündedir. Bugünkü Antalya-Korkuteli kara yolunun 1 km.
doğusunda ve ii merkezine 18 km. uzaklıktadır. En fazla dikkati çeken kısmı sivri kemerli portalıdır. XIII. yüzyılın başlarında yapılmış bir Selçuklu eseridir.
Kırkgöz Han: Antalya – Afyon eski yolundaki ikinci durak yeri Kırkgöz Han’dır. Kırkgöz Han An*talya’ya 30 km. uzaklıkta bulunan Kırkgöz’de, Pınarbaşı mevkiindedir. Çok sağlam bir durumdadır.
Düden Şelâleleri: Antalya il merkezinin yaklaşık 10 km. kuzeydoğusundaki bu şelâle, şehri sim*geleyen tabiat güzelliklerindendir. 20 metre yükseklikten dökülür. Ana kaynağı Kırkgöz mevkisidir. Aşağı Düden Şelâlesi ise Lâra Plajı yolundadır. Kent merkezinin güneydoğusunda, 40 metre yüksek*likteki falezlerden denize dökülür. Antalya’nın simgeleşmiş tabiat güzelliklerindendir.
Kurşunlu Şelâlesi: il merkezinin doğusundaki Alanya yolunun 24. km’sindeki sapaktan İsparta yoluna girildikten 7 km. sonra ulaşılabilir. Bu tabiat harikası da en çok ziyaret edilen yerlerden biridir. Şelâle bir masal diyarından çıkıp gelmiş gibidir. Yemyeşil derin bir vadinin içindedir. Bütün çevresi yaklaşık yarım saatlik bir yürüyüşle gezilebilir. Yer yer gölcüklerin oluştuğu sularda çok sayıda balık yaşamaktadır. Aynı zamanda zengin faunası ile dikkat çeker. Düden, Kurşunlu ve Manavgat Şelâleleri, birçok Türk filminde mekân olarak kullanılmıştır. Hepsine de otobüsle rahatlıkla gidilebilir.
Lâra – Konyaaltı Plajı: Antalya il merkezinin 10 km. kadar doğusundaki doğa harikası Lâra Plajı ile Antalya merkezinin batı kıyısındaki Konyaaltı Plajı şehrin en güze! kıyılarıdır.
Perge: Antalya 18 km doğusunda, Aksu Bucağı yakınındadır. Kilikya – Pisidia ticaret yolunun üs*tünde yer aldığı için önemli bir Pamphylia şehridir. Kuruluşu diğer Pamphylia şehirleriyle aynı zamana rastlar (Milattan Önce VII yüzyıl). Perge, Hıristiyanlar için önemli bir kent idi. Aziz Paulos ve Barnabas, Perge’ye gelmiştir. Magna Plancia gibi kimi zenginler buraya önemli anıtlar kazandırmışlar*dır. İlk kazıların 1946 yılında İstanbul Üniversitesi tarafından başlatıldığı Perge’de; Tiyatro, Stadyum, Sütunlu Cadde, Agora’dan oluşan şehir kalıntıları bulunmuştur.
Karain Mağarası: Antalya’nın 27 km. kuzeybatısında, Yağcılar sınırları içindeki Karain Mağara*sında bulunan kalıntılar Paleolitik, Mezolitik, Neolitik ve bronz çağlarına aittir. Bu mağara, görülmesi gereken yerlerdendir.
Ariassos: Antalya-Burdur otoyolunun 48. kilometresinde, sola dönülen bir sapaktan 1 km. içer*dedir. Bir dağın yamacında kurulmuş olup, hamamları, kaya mezarları açısından görülmeye değerdir. Ariassos kentine girilen vadinin başlangıcında kentin en görkemli kalıntısı olan giriş kapısı yükselir. Roma devrinden kalma bu anıt, 3 kemerli ve dolayısıyla 3 girişli olduğu için, yöre halkınca “Uç kapı” diye anılır. Kentin şaşırtıcı bir özelliği, dörtte üçünün, olağanüstü gösterişli anıtsal mezarlar olan nekropolis kalıntısı olmasıdır.
Hayat Tarzı: Antalya ve çevresinde, asırlardır süzülen iki hayat tarzının da mirası vardır. Türkler buraya ilk geldiklerinde yerleşik düzene hemen uymuşlar; köy, kasaba ve şehirler kurmuşlardır. Nüfu*sun bir kesimi ise Türklerin Anadolu’ya gelmesinden önce olduğu gibi konargöçer hayatı sürdürmüştür. Yarı yerleşik demek olan bu hayat tarzına göre, birbirine akraba en az 15-20 aile, bazen de yüzlerle ifade edilen sayıdaki aileler; kıl çadırlarda yaşar, yazın dağlara çıkar, kışın ise kışlak denen sıcak ova-ara inerlerdi. Deve, koyun gibi hayvanları yetiştirir bunlardan ürettikleri ürünleri, yerleşik halkın ürünle*riyle değişerek ya da satarak geçinirlerdi. Et, süt, yağ üretirler, kıl çadır ve doğal kökboyalı kilim dokur-iardı. Kışlaklarda dar alanlara tahıl, sebze ekenler bile olurdu. Hatta Osmanlı ordusuna at yetiştiren oüyük konargöçer grupları (aşiret, oymak) vardı.
Bugün Avrupa’nın en önemli müzelerini süsleyen Türk kilimleri, bu insanların el emeği göz nurudur. Günümüzdeki halk müziği kültürünün çok büyük bir kısmı konargöçerlerden mirastır. Karacaoğlan, Dadaloğlu gibi Türk halk şiiri ve müziğinin en büyük ozanları, bu kültürün temsilcileridir. Eskiden beri kırsal kesimdeki köylerde yerleşik hayatı sürdürenler kendilerini, “yerli, köylü” gibi tabirlerle niteler*in, Yörüklerin topluca yerleştiği bir köye gitseniz “Burası Yörük köyü” derler. Türkiye’nin hemen her :arafında bu tür nitelemeleri duyabilirsiniz. Ancak insanlar eskilere uzanan bu hayat farkını bu şekilde vurgulasa da, hepsi aynı köke sahiptir ve Türk’tür. Aslı birbirlerine farklı gözle bakmazlar ve bunu bir zenginlik olarak görürler.
Bugün Türkiye, çağdaş modern hayata en iyi uyum sağlayan, teknolojiyi en iyi şekilde kullanan ülkelerden biridir. Ama hem nostaljik hem de kültürel değeri olan, binlerce yıldır devam eden hayatı sürdüren, birkaç küçük konargöçer grubu kalmıştır günümüzde. Sayıları da birkaç yüz kişiyi geçmez..Hazin bir biçimde, o hayat tarzından sadece develer kalmıştır. Yolunuz düşerse yaz aylarında Belek, Manavgat ve Alanya’da süslenmiş, canlı çıngırdaklı turist taşıyan develer görürsünüz, işte o günlerden hatıradır bu develer. Ayrıca Kemer’de ve Antalya Kumluca yolunda yine yerli yabancı turistlere hizmet
veren Yörük çadırları görürsünüz. Yarı müze görünümündeki bu çadırlarda Yörüklere has ayran ve gözleme yiyebilirsiniz. Antalya’nın yerli halkı bugün bile imkân bulduğunda yazın Gömbe, Sütleğen, Alanya gibi yaylalara çıkar. Bu gelenek, atalarından kalan bir hatıradır. Alanya gibi bazı ilçelerde kışın Toros dağlarında kuyularda saklanan karların, Ağustos ayında dağdan indirilerek ilçe merkezine geti*rildiğini, şerbet haline getirilerek seyyar satıcılar tarafından satıldığını görürsünüz. Bu da yine Yörüklerin eski geleneklerinden sadece biridir.
Yerel Yemekler : Yörüklerin beslenme tarzının temelini, hayvancılık ve buğdaydan elde edi*len besinler belirler. Kıyı şeridinde az da olsa yaş sebze üretilmesine karşın iç bölgelere gidildikçe buğday ve kuru sebze ağırlık kazanır. Antalya’da dünya mutfaklarının tamamına turistik otel ve lokan*talarında bulmak mümkündür. Ama yöreye has yerel yemekler şunlardır: Saç kavurması, Tandır keba*bı, Kölle (buğday, fasulye, nohut ve bakla haşlaması), Domates civesi, Hibeş, Arapaşı
İklimi: Akdeniz ikliminin hâkim olduğu Antalya’da, kışlar ılıman ve yağışlı, yazlar ise sıcak ve kurak geçer.

12.ETKİNLİK
Konya’nın kurucusu, Yunanlılar’dan Yanuvan Tarihi sahibine göre Harkılan oğlu Aleksandıran oğ*lu Nişan’dır. Sonra Hazreti Ömer’le mektuplaşan meşhur kayser ikinci defa onarmıştır. Buraya Mu-hammed ümmeti’nden ilk gelen Selçuklulardan Alâaddin Keykubad’dır. Bu da Rûm (= Anadolu) Sel-çuklulan’ndandır. Selçuklular, Manan diyarından Danişmendoğulları’yla gelerek Azerbaycan memle*ketlerini fethederek amcaoğulları olan “Çobanbay”ı buraya hâkim nasbettiler. Fakat bu aralık iran’da “Ebûsaid” cihangir padişah olduğundan “Çobanbay” veziri yerinde idi. Bunun çocuklarına “Çobanoğulları” derler. Sonra Ebûsaid bir kız meselesinden Çobanoğulları ile Pasin Ovası’nda savaştı. Her ne kadar Selçuklular ve Danişmendliler yardım ettilerse de yine Çobanlılar yıkılıp devletleri Akkoyunlular’a geçti.
Danişmendiler ile Selçuklular ilerleyerek Sivas ve Amasya’yı zaptettiler. Danişmendliler burada Niksar (221) şehrini başkent edindiler. Sonra bunların yardımıyla Selçuklular Konya’yı zaptedip orada istiklâl kazandılar ki bunların son zamanında da Osman Gazi davul ve sancak sahibi oldu. İşte Konya Kalesi’nin üçüncü yapıcısı da Selçuklulardan Sultan Alâaddin’dir.
Konya Kalesi 569 tarihinde (= 12 Ağustos 1173-1 Ağustos 1174) yontma taş ile Mesud oğlu Sul*tan izzeddin Kılıç Arslan tarafından yapılmıştır. Sağlamlaştırarak kalenin dördüncü yapıcısı olmuştur. Bir köşk ve divanhane yaptırmıştı ki o asırda kisrâların sarayından nişan verirdi. Depremden yıkılınca Selçuklu Keykubad onararak büyük bir hendek yaptırmıştı ki derinliği 11, genişliği 50, duvar boyu 30 zirâdır. Dışarı katındaki hisarın duvarı çepeçevre 10.000 germe adımdır. Atpazarı Kapısı üzerine zin*cirlerle asılmış bir kuru at kafasına gem vurup ibret olsun diye koymuşlardır. Binici olan bu memleket ahalisine öğüt için konmuştur. Yani avrata ve ata güvenmeyip at, kuru kafa bile olsa başından gemi eksik etmeyerek yuları ve dizgini eksik etmeyesin demektir.
İç kalesinin büyüklüğünü bilmiyorum. Bu kale Selçuklular zamanında 12 kapılı idiyse de, Osman*lılar eline geçtikten sonra 4 tanesi bırakılıp ötekiler kapatılmıştır. Dört köşesi beyaz mermerle türlü türlü, hendesî çizgilerle süslü, kubbeli ve sanatkârane bir kaledir. En sonra Gıyâseddin oğlu Sultan Alâaddin yeniden yaptırmıştır. Sonra Erzurum taraflarında yağma ve çapul çoğaldığından intikam al*mak üzere iken babası merhum olmuştur.
Anadolu Selçuklularının sonu bu Alâaddin’dir. Hepsi 14 padişahtır. 699 tarihinde Ertuğrul Beğ’in oğlu Osman Beğ hutbe okutup sikke kestirerek emîr olmuştur. Bu Konya yöresi Karamanoğulları’nın ellerinde kalıp Kosova savaşında Hüdavendigâr Gazi şehid olduktan sonra önce itaatli olan Karamanoğulları dahi isyan etmiştir.
Bunun üzerine 792 tarihinde (— 20 Aralık 1389-8 Aralık 1390) Yıldırım Bayazıd Han kalabalık askerle yıldırım gibi gelip Konya kalesini aman zaman vermeyekfetheyledi. Böylece Selçuklular’ın eski mülkü Konya dahi Osmanlı şehirlerinden oldu. Kanunî Sultan Süleyman Han yazdırışı üzere şimdiki halde Karaman Eyaleti adıyla başka eyalet olup paşa karargâhıdır. Paşasının hası 660.070 akçadır. 2000 askerle eyaleti idare edip 50.000 kuruş tahsil ederek gider.
Bu eyaletin Hazine Defterdarı, Defter Kethüdası, Defter Emini, Çavuşlar Kethüdası, Çavuşlar Emini vardır. Eyalette 7 sancak vardır. Paşa şehri olan Konya Sancağı’ndan başka ‘Kayseri?’, “Niğ*de”, “Yenişehir”, Kırşehri”, “Akşehir”, ‘Aksaray” Sancaklar» vardır.
Zeametleri 68, tımarlan 2111 tanedir. Defterdarının hası 65.000, Defter Kethüdası’nın hası 6500 dür. Tımar Defterdarı da böylecedir. Alaybeğisi, Çe-ribaşısı, Yüzbaşıları vardır. Bu eyaletteki tımar ve zeamet sahipleri, seferde, Cebelileri ile, Paşasının askeriyle 12.000 seçme kılıç askeri olur. Savaşta bir tımarlı bulunmasa tımarı başkasına verilir.
Konya 500 akçalık mollalıktır. Nahiyelerinden kadısına yıllık, adalet üzere, 20 kese hâsıl olur.
Mezhepleri hep Hanefî’dir. Nakîbüleşrafı, ileri gelenleri, bilginleri, dindar adamları vardır. Mevlevi dervişleri de çoktur. Asker tayfası çok olduğundan Sipah Kethüda Yeri ve Yeniçeri Serdarı yerine bir azametli Yeniçeri Çavuşu ve Muhtesib Ağası, 3 yerde Şehir Naibi ve Şehir Subaşısı, Bac Alıcısı, (222) Kale Dizdarı, 40 tane büyüklü küçüklü topu, yetişir derecede cebehanesi vardır. Toplu bakışla mamur bir şehirdir. Bu büyük şehir Meram Dağı’nın doğusunda düz bir ovada olup dağa bir saat mesafededir.
Camilerinin en eskisi iç kalede “Birinci Sultan Alâaddin Camisi”dir ki dil ve kalemle anlatılamaya*cak kadar sanatkârane bir camidir. Lâkin iç kalede olduğu için cemaati kalmamıştır. Bu iç kale yüksek bir yerde olup mükellef ve mükemmel cebehanesi ve topları vardır. Bu kalenin doğu ve kuzey yönleri ova ile bir gölceğizdir. Konya’dan geçen bütün pınarlar bu göle dökülür.
“Sultan Süleyman Han Camisi” birer tabakalı iki minareli, geniş haremli, has kurşunla örtülü bir camidir.
Konya’nın mescitleri de çoktur. Dârüttedrislerinin en meşhuru “Nalıncı Medresesi”dir. 11 tane dârülkurrâsı. 3 tane dârülhadîsi vardır. Sibyan mektepleri 170 tanedir. Her yıl hediyesi verilen 40 kadar tekkesi vardır. En meşhuru “Şems-i Tebriz’i Tekkesi”dir. Yüksek bir kubbe altında olup orada dahi Mevlânâ ayini yapılır. Mahkemeye yakın, eski bir tekkedir.
Çeşmeleri de çoktur. Kaynakları hep Meram Dağı’nda olup taksim kubbesinden gelir. 300 den çok sebili vardır. 11 tane aşevi olup nimeti her zaman bol olanları “Mevlânâ Tekkesi imareti” ile “Sultan Süleyman Han İmareti”dir.
Hamamlarının en meşhuru “Âstâne Hamamı” olup eski tarzda, suyu güzel bir hamamdır. Kale içindeki “Sunkur Hamamı” da böyledir. Vilâyet ileri gelenlerinin söylediğine göre bütün saraylarında 80 kadar saray hamamı vardır. 340 kadar bağlı bahçeli, akarsulu sarayı vardır. Paşa Sarayı meşhurdur.
Hanlarından, Atpazarı Kapısı dışında, Bağdat Fatihi’nin annesi “Kösem Sultan”ın yaptırdığı büyük han meşhurdur. 26 tane bekâr hanı vardır. Bedesteniyle birlikte 1900 dükkânı vardır. Yüzlercesi ma*mur olup kagir yapılardır.
Kagir yapılı ve demir kapılı kanatlarla kurulmuş kurşun örtülü bedestenindeki zengin tüccarlarda bütün dünyanın kıymetli malları bulunur.Sipah Pazarı, Saraçhanesi. Tahtelkalesi mamur ve süslüdür.
Havasının ve suyunun güzelliğinden bütün halkı sağlam ve güçlü yapılıdır. O kadar çok yaşarlar ki kuvvetleri gitmiş, ömrü yüz yetmişe yetmiş, gücü kuvveti bitmiş olduğu halde yine dinç olurlar. Bilgin*leri akıllı, efendi, asil, olgun kimselerdir. Konya’nın helvacı ve berber gençleri meşhurdur.
Eşrafının en başta geleni “Hazreti Mevlânâoğlu Halim Çelebi”dir. 20 kadar Eflâtun ve ibn Sina’*dan nişan verir usta doktorları vardır. Konuştuğumuz adamlar içinde duası kabul olunanlar vardı.
Asker tayfası hep samur kürk ve kıymetli kumaşlar giyer. Bilginleri türlü türlü soflar ve molla ku*maşları giyer. Sanat sahipleri hep Mevlânâ muhibbi olduklarından Mevlevi külahları üzerine Muham*medi sarık sararlar.
Ahali hep Türk’tür. Güzel konuşan kimseleri vardır. (223) Gayet doğru ve yabancı dostu kimse*lerdir. Suyu ve havası herkesçe övülür. Sabah vakti esen esintiden insan taze hayat bulur.
Kale dışında, suyun taksimi için bir kubbe yapılmıştır. O kubbede 366 lüleye su ulaştırılıp şehrin cami, mescit, han. hamam ve ileri gelenlerin saraylarına hep oradan su gider. Kaynağı Meram Dağı’n-dadır. 2700 su kuyusu vardır ki bostanlar suvarılır ve bütün bitkiler bu sayede büyür. Şehir, beşinci iklimin ortasında olup yazı, kışı itidal üzeredir.

7 türlü taneli buğdayı olur. Devedişi denen bir iyi cinsi vardır ki ancak Şam civarında bulunur. Fa*kat arpası çok yağlı olduğundan ata çok vermekten çekinmek lâzımdır. Tahılı ve otları çok, tarlaları çok, bereketli bir şehirdir.
Kuyumcuları, külâhçıları, terzileri, berberleri, meşhurdur. Fakat debbâğları, Osmanlı ülkesindeki debbâğların en ustalarıdır.
Meram Dağı’nda mavi renkli bir çiçek olur. Debbâğlar onunla deriyi muamele edip gök, sarı, tu*runcu, kırmızı sahtiyan yaparlar ki Arap ve Acem’de maruftur.
Yiyeceklerinden beyaz ekmeği, kâhisi, (224) çöreği, ballı böreği, helvasının çeşitleri, zülbıyesi, (225) pandisi, (226) pişmanisi, (227) tahînesi (228) meşhurdur. Ama sabunısi (229) ile canım beyaz halka çinisini (230) âşıklar yedikleri zaman lezzetinden damakları iki şak olur.
Hususi Helvacı Çarşısı vardır. “Konya’

Kaynak: www.englishpage.blogcu.com   izni ile alınmıştır

CEVAP VER
Lütfen yazınızı giriniz.
Lütfen adınızı buraya giriniz.