İktisadi konuda karşılaşılan güçlüğü çözmek için yeni arayışlara gidildi Bu dönemde iki temel problem vardı Biri büyük buhranın olumsuz etkilerinden kurtulmak, ikincisi ise daha önce planlanmış olan sanayii hamlelerini başlatmak
Sanayide belirlenen hedefe ulaşmak için bazı noktalara daha fazla ağırlık verilmesi, ikincisi altyapı yatırımları ve stratejik sanayilerin kurulmasıyla, diğer yan dalların teşvik edilmesi, üçüncüsü kurulacak stratejik sanayilere iç pazar bulunması ve dördüncüsü Türk parasının değerinin korunmasıydı Özelliklerin belirginleşmesini 1930’larda, Serbest Fırka ile Halk Fırkası arasında 4 ay devam eden tartışmalarda görmek mümkündür Serbest Fırka ekonomide halk tarafından ferdi yapılması mümkün olmayan işlerin devlet tarafından yapılmasını öngörüyordu Bu noktada Halk Fırkası ile birleşiyorlardı İki düşünce arasındaki fark uygulamadaydı Halk Fırkası ne pahasına olursa olsun demiryolu yapılmasına devletleştirmeye karşı çıkıyordu Fırka aşırı tekel uygulamalarını, fiatların yüksek tutulmasını eleştiriyordu Fiatların yükselmesine sebep olan şeker, tütün, kibrit, ispirto, vb gibi sahalarda inhisar hakkının imtiyazlı özel şirketler tarafından yürütülmesini sakıncalı buluyordu Halk Fırkası ise inhisarın kısmen devlet bütçesine gelir sağlamak için kurulduğunu belirtiyordu Serbest Fırka yabancı sermayeyi kabullenirken Halk Fırkası bu alanda çekingen davranıyordu
Ekonomik Politikanın Değişmesinde Rol Alan Faktörler
Ekonomik politikanın değişmesinde birkaç önemli sebep vardır Bunlardan bazıları şunlardır:
1-1929 Dünya ekonomik buhranıBunun neticesinde sanayi mallarının korunan fiatları karşısında tarım ürünlerinde görülen aşırı düşüş Fiatların aşırı düşmesi, Türkiye’nin ithal ettiği sanayii ürünlerinin başlangıçta krize direnç göstermesi, sonraları koruyucu gümrük tarifesinin de etkisi ile daha düşük oranda bir düşme göstermesi, dışarıda ticaret haddinin ülkemiz aleyhine dönmesine, içeride de Türk çiftçisi aleyhine bir fiat meydana gelmesine sebep olmuştu
Türk tarımı 1929’larda tam kapasiteye ulaşmamış olmasına rağmen, bu tarihe kadar fiatların olumlu gelişmesi üretimin artmasına katkıda bulunmuştu Ancak fiatlardaki düşmenin devam etmesi üre-timdeki artışın durmasına, özellikle sanayi bitkileri ekim alanının daralmasına sebep olmuştu Tarım ürünlerindeki fiat düşüşü yalnızca tarım ürünlerini olumsuz etkilemekle kalmamış, çiftçinin Ziraat Bankası’ndan kredi alamamasına, hükümetle vatandaş arasında gerginliğin doğmasına sebep olmuştu
2- Özel teşebbüse dayalı kalkınmanın, özellikle yeterli sermayenin birikmemiş olmasından sağlanamaması
3- Bütün uğraşmalara rağmen alt yapının tam olarak oluşturulamaması ve yeraltı zenginliklerinin değerlendirilememesi
4- Yöneticilerin genellikle asker kökenli olması ve askerlerin genellikle müdahalelerden ve denetimden yana davranışa yatkın olmaları
5- Türk Milletinin her alanda bir çok şeyi devletten bekleyen bir psikolojik yapı içinde olması
6- Toplum olarak ilk 10 yıllık gelişmeden fazla memnun olunmaması Atatürk 1930 Mart 1931 tarihlerinde uzmanlarıyla yapmış olduğu yurt gezisinde vatandaşların dertlerini dinlerken memnuniyetsizliği bizzat tesbit etmişti
7- Sanayide izlenen koruyucu dış ticaret ve vergi tarifelerinin getirilmesinin zannedildiği gibi, yalnız başına özel yatırımlarda büyük bir artışa neden olması Kurulan yeni teşebbüslerin çoğu ithal malı desteği sağlamak, ya da durumunu yeniden gözden geçirmek zorunda kalmıştı Halbuki devlet ithal yasakları ile elde edeceği gümrük vergilerinden mahrum kalmakta, özel sermaye fahiş kar sağlamaktaydı Oysa sanayide devletin ağırlık kazanması kârın devlete ve millete dönmesini sağlayacaktı
8- Henüz yeterli kadroların ve kişilerin yetiştirilmemiş olması Teknik bilgi eksikliği
İşte bu önemli sebeplerden dolayı, ekonomik politikada bir miktar değişiklik yapılınca “Devletçilik” adını verdiğimiz yapı ortaya çıkmış oldu
Devletçiliğin Tanımı
Ekonomik alanda yapılan bu değişikliklere bir isim bulunmalıydı İsmet İnönü, 30 Ağustos 1930’da Serbest Fırka ile Halk Fırkası arasındaki tartışmalar hat safhadayken, Sivas demiryolu açış konuşmasında bu ismi ortaya koymuştu “Liberalizm nazariyatı bütün bu memleketin güç anlayacağı bir şeydir Biz iktisadiyatta hakikaten mutedil devletçiyiz Bizi bu istikamete sevkeden bu milletin ihtiyacı ve bu milletin fıtri temayülüdür ”
Emre Kongar, İnönü’nün bu konuşmasını Fethi Okyar’a cevap olarak değerlendirip, konuşmanın 1008 satır, devletçilikten bahsedilen satır sayısını 8 olduğunu belirtmektedir Kongar’a göre ekonomik alanda değişikliğin ortaya çıkması ve ismin konulması tarihi olarak, Atatürk’ün Şubat 1930’daki demeci ele alınmalıdır Atatürk o tarihte: “Bizim tatbikini muvafık gördüğümüz mutedil devletçilik prensibi bütün istihsal ve tevzi vasıtalarını fertlerden alarak milleti büsbütün başka esaslar dahilinde tanzim etmek gayesini takip eden ve ferdi iktisadi teşebbüs ve faliyete meydan bırakmayan sosyalizm prensibine müstenit kollektivizm, komünizm gibi sistem değildir” demişti Zaten İnönü’nün görüşleri de bundan çok farklı değildir
1931 CHP programında belirtilen devletçiliğin tanımı çok daha açık ve kesindir “Sanayii alanında milletin çıkarları gerektiği zaman, refah sağlamak için devlet aracılığı kullanılacaktı Ancak, yine de özel teşebbüse izin verilecekti Hangi alanlarda duruma müdahale edileceği gelişmelere bağlıdır Böyle bir müdahalenin gerekliliği kararlaştırılırsa ve o alanda özel teşebbüs varsa özel bir yasayla o işin hükümetçe devralınması sağlanır” deniyordu
1935 senesinde önemli ölçüde kendisini ortaya koyan sistem CHP kurultayında şöyle tanımlanıyordu
“Hususi mesai ve faaliyeti esas tutmakla beraber mümkün olduğu kadar az zaman içinde milleti refaha memleketi mamuriyete eriştirmek için milletin umumi ve yüksek menfaatlerinin icap ettirdiği işlerde bilhassa iktisadi sahada devleti fiilen alakadar etmek mühim esaslarımızdır İktisadi işlerde devletin alakası fiilen yapılacak olduğu kadar hususi teşebbüsleri teşvik ve yapıları tanzim ve murakabe de etmektir
Devletin hangi iktisadi işleri fiilen yapacağının takdiri milletin umumi ve yüksek menfaatlerinin icabına bağlıdır Eğer devletin bu icap yolunda fiilen yapmaya karar verdiği iş hususi bir teşebbüs elinde bulunuyorsa bunun alınması her defasında bir kanun yapmaya bağlıdır Bu kanunda hususi teşebbüsün, bu yönden uğrayacağı zararın devlet tarafından tanzimi şekli gösterilecektir Zararın takdirinde istikbale ait muhtemel kâr düşünülmez”
Bu özellikleriyle devletçilik 1937 senesinde 5 ilke yanında 6 ilke olarak anayasaya girmişti
Plânlı Dönem
1929 Dünya iktisadi buhranı Türkiye’nin de sosyal ve iktisadi gelişmesinde önemli değişikliklere sebep olmuştu Devletin ve milletin en kısa zamanda kalkınmasını temin edebilmek için yeni bir arayış içine girilmişti
Hükümet 1929’de Türk sanayisi için bir takım koruyucu maddeler koymuştu11 Haziran 1930’da daha önce devlet hazinesi ve Osmanlı Bankası tarafından yürütülen para basma ve denetim altında bulundurma yetkisi yeni kurulan TC Merkez Bankasına devredildi Böylece hükümet ilk kez para politikasını tam olarak ele almış oluyordu
Diğer taraftan milli sermayenin özendirilmesine çalışılmıştı 1929 Şubat’ında, 1927 Teşvik-i Sanayi yasasını pekiştirir nitelikte “Tasarruf ve Yerli Malları haftası” açılmıştı İsmet Paşa bu konuya değinirken “İktisadi teçhizat için elzem olan esaslı vasıta sermayedir Sermaye için hariçten gelen ıkrazatın kıymeti söz götürmez Fakat asıl milli sermaye, milletin kendi tasarrufu ile temin olunmalıdır” demişti
Zaten 1931 yılına kadar gerek tedirginlik ve gerekse dış politika problemleri (Musul meselesi, boçlar, Etabli meselesi vb gibi) sebebiyle yabancı sermayenin yurda getirilmesi temin edilememişti Bu sebeple 1931 sonrasında yabancı sermayeye daha fazla ümit bağlanması görüşü ağırlık kazanmıştı Diğer taraftan Avrupa’da diktatörlük ve diktatörlüğe bağlı hareketlerin ortaya çıkması onların ekonomik modellerine de kuşku ile bakılmasına sebep olmuştu Ancak bu dış sistemlerin hiç birinin incelenmeyeceği anlamına gelmezdi 1932 yılında Atatürk, Başvekil İsmet İnönü’yü iktisadi gelişmeleri yakından incelemek maksadıyla Sovyetler Birliğine göndermişti Bu ziyaretin sonuçlarından biri ile Sovyetler Birliğinden bir heyet aynı yıl Türkiye’ye davet edilerek, iktisadi şartlar tetkik ettirilmiş, yeni yatırım alanları ve tesisleri hakkındaki tavsiyeleri alınmıştır Bilahare Sovyet heyeti tarafından hazırlanan rapordan 5 yıllık plan için faydalanılmıştı 1933 yılında Türkiye Amerika’dan da bir heyet davet etmişti Bu heyetten de Türk Ekonomisi ve gelişmesi hakkında rapor istenmişti” ve sanayi planlarının hazırlanmasında faydalanılmıştı
Ancak tespit edilen yeni politika herhangi bir ideolojik eğilim-den kaynaklanmış değildi
Atatürk döneminin, plan anlayışındaki bütünlüğünü dört başlık altında toplamak mümkündür Bunlardan birincisi 1923 İzmir İktisat Kongresinden alınıp 1930’a kadar süren dönemdir Bu yedi yıllık süre içinde devlet altyapıyı oluşturmaya çalışmıştır İkincisi 1930-1933 dönemidir Bu dönemin en belirgin özelliklerinden biri Milli Ekonomi kavramının ortaya atılarak savunulmasıdır Bunun dışında Milli Paranın korunması, Osmanlı borçlarının memleketin gelişmesini engelleyemeyecek şekilde ödenmesi, altyapıya daha fazla önem verilmesi,ticari ilişkilerin genişletilmesi, vergilerin yeniden düzenlenmesi, ticaretin teşvik edilmesi, yerli endüstrinin geliştirilmesi diğer dikkati çeken hususlardır
Üçüncüsü 1933 Birinci 5 Yıllık Sanayi Planıdır Bu plan üç hedefe ağırlık veriyordu
1- Eldeki tüm sermayenin mümkün olduğu kadar sanayi sektörüne aktarılması,
2- Özel girişimcilerin nispeten zayıf olduğu ülkemizde daha çok sayıda kamu iktisadi kuruluşunun meydana getirilmesi,
3-Türkiye’de hammaddesi bulunan üretim alanlarında sanayilerin kurulmasıydı
Ayrıca daha önce belirttiğimiz milli ekonominin oluşturulmasını planlı dönemin içinde görmemiz mümkündür
Dördüncüsü 1936 İkinci Sanayi Planıdır İkinci Sanayi Planı içerik ve uyandıracağı sosyal ve ekonomik hareket bakımından birincisine göre daha geniş ve ayrıntılıdır
1929 Dünya ekonomik buhranından sonra hükümet 1933’e kadar ekonomiye düzensiz bir şekilde müdahale etmiş ve aynı yıl planlı döneme geçmişti Planın Başbakanlığa sunuluş yazısında İktisat Vekili; amacı üç noktada özetlemişti:
1- Sürüp giden genel bunalım nedeniyle çözümü güçleşen döviz darboğazını aşmak,
2- Hammaddelerin dünya piyasalarında düşen fiyatları karşısında, Türk işçi ve çiftçisine daha kârlı çalışma alanları bulmak,
3- İhtiyaç duyulan araç ve gereçlerin çok uygun ekonomik şartlar içinde sağlanmasını temin etmek
Bunun için gerekirse dış devletlerden kredi sağlanacak, fakat ithalat ve ihracat arasındaki dengenin mutlaka kurulması için gayret sarfedilecektir Nitekim Nisan 1932’de Sovyetler Birliği ile sanayi maddeleri ve makina ithalatı için 8 milyon dolarlık kredi alınması konusunda mutabakata varılmıştı Yardım, faizsiz kredi olarak 21 Ocak 1934’de Ankara’da imzalanan protokolle gerçekleşti Aynı gaye ile bir Amerikan firması olan “Kreuger” den 1930’da 10 milyon dolar “Kibrit Tekeli istikrazı” için uzun vadeli kredi alınmıştı Diğer taraftan 1933’te 12 milyon, 1934’te 30 milyon liralık iki uzun vadeli iç borçlanmaya gidilmiş 1938’de ise İngiltere’den 16 milyon sterlinlik kredi alınmıştı
1933 planı ile uygulamada sadece sanayi sektörüne 100 milyon TLlik yatırım yapılmış, elektriklenme, liman, demiryolu yapımı gibi altyapımı hizmetleriyle birlikte toplam 311 milyon TL harcanmıştı Memleketin kısıtlı kaynakları içinde bu fon önemli ölçüde demiryolu, deniz taşımacılığı, posta servisleri ve devlet tekellerinden oluşturulmuştur Yatırımların önemli bir kısmını 3 Haziran 1933’te Devlet Sanayi Ofisi ile Kredi Bankasının birleşmesinden oluşan Sümerbank, Haziran 1935’te kurulan Etibank, 27 Aralık 1937’de millileştirilen Denizcilik Bankası, 1933’te kurulan İller Bankası ve 1930’dan önce kurulmuş olan Ziraat ve İş Bankası tarafından yürütülüyordu
Sümerbank, plana uygun olarak yeni fabrikalar açtı, özel sermayeli başka iş alanlarına girdi Pamuklu ve yünlü kumaş, çimento, demir, sentetik, vb alanlardaki üretimi arttırdı Belli başlı sanayi kollarında okullar açtı Yurt dışına giden öğrencilere burs verildi Daha sonra satış mağazaları açarak özel teşebbüsle rekabete girdi Böylece de fiatların düşük tutulması sağladı
Etibank, maden, petrol arama, elektrik enerjisi, kömür madenciliği ve dağıtımıyla, bu ürünlerin yurt içi ve dışı satımına yardımcı olmuştur
Vilayet, belediye ve kömür idareleri vergi gelirlerinin %5’leri ile kurulan İller Bankası gayretler neticesinde asgariye indirilmişse de, 1929-1939 arası 10 yıllık süre içinde %20 oranında artmıştır Bu artış tarım sektörüne devlet yardımından ziyade tarım sahasının %486 dan, %1225’e çıkmasıyla açıklanabilir
UYGULAMA
Sanayi Politikası
Uygulama, belirgin olarak kendisini sanayi politikasında ortaya koymuştur Yani fabrikaların kurulmasına çalışılmıştı Bu fabrikaların üretim konuları, ne ölçüde ithal ikamesi sağlayacakları, başlıca hammaddelerinin yurtta bulunup bulunmadığı takdirde nasıl temini yoluna gidileceği üzerinde durulmuştur Kurulması ve geliştirilmesi gereken sanayi kollarının başlıcaları şunlardır Dokuma, Bakır, Kağıt, Yapay İpek, Cam, Demir-‚elik, Gübre, Şeker ve Çimento vb sanayiidir
Birinci Sanayii Planı’nın en belirgin özelliği yatırımların umulandan erken bitirilmiş ve yatırım sahaları daha çok ilk anda vatandaşın ihtiyaç duyduğu alanlarda yapılmış olmasıdır İhtiyaçların bir an önce giderilmesi için Teşvik-i sanayi yasasına daha fazla önem verilmişti Neticede üretim değerinin büyük artışı yanısıra yerli hammadde kullanımında artış görülmüştü Örneğin 1932 yılında 1379 milyon olan üretim değerinin y 603’ü yerli hammadde kullanımına ait iken, bu oran 1937’de y 96’ya yükselmiştir
İkinci Sanayi Planı kendine yeterli ekonomik planın yanısıra, doğal kaynakların verimli kullanılması ilkesine büyük önem vermiştir Önemle üzerinde durulan konular arasında enerji, madencilik, petrol, azot, deniz ürünleri ve afyon sanayii olarak ifade edilebilir
Atatürk Ankara’da 1936 Endüstri Kongresi’nin açış konuşmasında “İkinci beş yıllık planımızda maden ve elektrik sanayiine ve şimdiye kadar kurduğumuz sanayinin mütemmim (tamamlayıcı) veya anneks (ek) branşlarına ve umumi ekonomik bünyemizin istilzam ettiği yeni bir kısım sanatlara hususi bir ehemmiyet vereceğiz” demişti Nitekim petrol konusu “Petrol arama dairemiz mesaisine bir taraftan devam etmekle beraber, diğer taraftan da sun’i benzin ve petrol müştekkatı istihsaline büyük ehemmiyet atfetmekteyiz Benzin meselesi yalnız bir milli ekonomi meselesi değildir Aynı zamanda bir milli müdafaa meselesidir” demişti Burada da anlaşılıyor ki, ikinci beş yıllık sanayi planında kendine yetme ve yeraltı zenginliklerini değerlendirmenin yanı sıra stratejik sektörlere de büyük önem verilmiştir
1936 İkinci Sanayi Planının önemli noktaları, azot sanayiinin kurulması (Kütahya’da), su ürünlerinin geliştirilmesi, (örneğin balık unu konusunun ele alınması gibi) yaş ve kuru sebze sanayiinin kurulmasının öngörülmesidir
Tarım ve Para Politikası
1929 Dünya İktisadi buhranından sonra, devlet çiftçinin uğradığı zararı hafifletmeye çalışıyordu Bunun için kredi kooperatifleri yaygınlaştırılmaya çalışılmış, Ziraat Bankasının ikrazat faizi %12’den 9’a indirilmişti Bu dönemde tarım sektörünü ilgilendiren en önemli olaylardan biri 3 Temmuz 1932 tarihli ve 2056 sayılı yasayla buğday fiatlarının hükümetçe desteklenmeye başlanmasıdır Gaye buğday fiatlarındaki dalgalanmaları önlemek, bir an önce ürününü elinden çıkarmak zorunda kalan çiftçiyi mağdur bırakmamaktı
Dış Ticaret
İzmir İktisat Kongresi sırasında yabancı sermayeye karşı olunmadığını belirtmiştik Ancak bir süre Cumhuriyet rejiminin seri inkılapları ve bazı yurt içi isyanlar sebebiyle yabancı sermaye Türkiye’de yatırım yapmayı kârlı bulmamıştı
1928 yılından itibaren ise hükümet Türkiye’de yabancı sermaye yatırımlarını teşvik etmek şöyle dursun, Osmanlı Devleti zamanında ülkeye gelen ve özellikle belediye hizmetleri alanında çalışan yabancı sermayeyi millileştirme yoluna gittiğini görüyoruz Politikadaki bu değişmenin üç noktada toplamamız mümkündür:
1- 1929 yılı Türkiye’nin kendi gümrük kanunu ve milli gümrük tarifesine kavuşması
2- Bu tarihe kadar ithalat, ihracat arasında görülen dengesizlik
3- Dünya ekonomik buhranının kendini hissettirmeye başlamasıdır
Ekonomide devletin ağırlık kazanmasından sonra koruyucu dış ticaret ilkeleri daha açık bir şekilde ortaya çıkmıştı Bu ilkeler:
1- Türkiye’den mal alan ülkelere mal satılması,
2- Yurt içinde üretilen malların ithalinin yasaklanması,
3- Öteki malların ticaret anlaşmaları çerçevesinde serbestçe ithali,
4- İhraç mallarının kalitesinin yükseltilmesi,
5- Dış ticaretin dengesinin lehe temininin sağlanması şeklin-deydi
Bu şartlar içinde 1934’e kadar dış ticaretimizde Sovyetler Birliği, İtalya ve Almanya’nın önemi büyüktür Fakat aynı yıl Türkiye’nin İtalya’ya karşı zorlama tedbirlerine katılması ticaret hacminin düşmesine de sebep olmuştu 1935’te ise İngiltere Türkiye’yi Alman iktisadi tahakkümüne atmamak için Türkiye ile olan ticari münasebetlerini arttıracaktı Bunun neticesinde 1936’da Karabük Demir-Çelik İşletmelerinin inşası bir İngiliz firmasına verilmişti
Türk dış ticaretinde söz konusu olan bu tür değişiklikler tamamen dış politika ile ilgili konulardan kaynaklanmaktadır Yoksa prensipte herhangi bir değişiklik yoktur Atatürk, “Dış ticarette takip ettiğimiz ana prensip, ticaret muvazenemizin aktif karakterini muhafaza etmektir Çünkü Türkiye tediye muvazenesinin en mühim esasını bu teşkil eder” Bu noktada 1930-1939 seneleri arasındaki ithalat ihracat dengesine baktığımız zaman istenilenin başarıldığını görüyoruz
Para Politikası
Atatürk döneminde Türk parasının değerini korumak da çok önemli bir politikadır Hükümet denk bütçe sağlam para ilişkisine büyük önem vermiştir Krediyi düzenlemek ve para değerinin istikrarını korumak üzere1930’da Cumhuriyet Merkez Bankası kurulmuş ve 3 Eylül 1931’de çalışmaya başlamıştır Neticede 1929-1930 döneminde Türk parası dışa karşı saygınlığını muhafaza etmeyi başarmıştır Bu dönemde Sterlin ve Dolara karşı Türk parasının durumu aşağıdaki gibidir
1930 yılında 1 Sterlinin 1030 kuruş olması TL’nin Sterline bağlılığından kaynaklanmıyor Altın karşısında değeri dolaylı yoldan belirlenmek isteniyordu Nitekim Sterlin 1931’de Altın standardından ayrılınca TLnin resmi Sterlin kuruna düşürülmüştür
Atatürk’ün “devletçilik”i görüldüğü gibi fiat mekanizması içinde, devlet ve milletin refahını artırabilmek için kar sağlama amacına yöneliktir Çizdiği politikada iktisadi kaynakların dağılımı ister özel sektör yoluyla, ister kamu sektörü yoluyla olsun esasen fiyat mekanizmasına bağlıdır Tepeden inme, katı kurallı plan teşkilatının emirlerine bağlı değildir Devlet teşebbüslerinin kurulması nihai bir gaye olmayıp araç mahiyetindedir Devlet sektörü var, densin diye bu mekanizma işletilemez Özel sektör zamanın şartları altında başarılı olmadığı işlerde, devlet teşebbüsünü kurar Bu devlet teşebbüsü mukaddes dokunulmazlığa sahip değildir Nitekim Başvekil Celal Bayar, 1937’de devletçiliğin diğer beş ilke ile birlikte Anayasaya alınması sırasında bu konuyu “Bugün içinde bulunduğumuz sistemin değişmez bir sistem olduğunu asla ifade etmiyorum Fakat bugün içinde bulunduğumuz sistem, bugünkü şeraite nazaran bizim için mükemmel bir sistemdir Yarın hayat ve şerait değiştikçe biz de o şeraite uymak suretiyle sistemler üzerinde tadiller yapacağız” şeklinde dile getirmiştir 3460 sayılı kanunda zaman ve şartlar müsait oldukça devlet teşebbüsleri halka satılabilir demektedir
1938’de Türkiye’nin iktisadi başarısını dile getiren İngiliz Maliye Bakanı Sir John Simon, özetle “Türk hükümeti son 15 yıl içinde ülkenin ekonomik görüşüne yeni bir şekil veren programını uygularken ekonomik alanda hayret verici bir gelişme göstermiş ve ülkesindeki zengin maden yataklarını işleterek sanayiye, göze çarpan bir itici güç sağlamıştır Dünyada bu güç zamanlarda Türkiye’nin yaptığı gibi ödemeler dengesini muhafaza etmeyi başarmış pek az ülke vardır” demişti
Atatürk tarafından ortaya konan “Devletçilik”in bu başarısı Türkiye’nin siyasi gerçek ve hedefleri ile uyum içinde olmasından gelmektedir Gaye Türkiye’de topluma dayanan siyasi demokrasiyi tesis etmektir Eğer devletçilik, sanayide devlet tekeli veya tepeden inme planlı teşkilat kuralı emirlerine bağlı kalsaydı memlekette siyasi demokrasiden söz edilemezdi
Bu içerik internet kaynaklarından yararlanılarak sitemize eklenmiştir
Ekleyen: Mert