islam etkisindeki türk edebiyatı

TÜRÜ ETKİSİNDEKİ TÜRK EDEBİYATI
Türkler, X. yüzyıldan itibaren İslamiyet’i kitleler halinde kabul etmeye başlamışlardır. Bunun sonucu olarak, İslam kültürüne bağlı bir edebiyat ortaya çıkmıştır. Türkçe’de Arapça ve Farsça etkilerinin duyulmaya başladığı, aruz ölçüsünün ilk kez kullanıldığı eserler,XI. yüzyılda verilmiştir. Bu ilk İslami eserlerin başlıcaları şunlardır:
KUTADGU BİLİG
Eserin adı “mutluluk veren bilgi” anlamına gelir. Yazarı, Yusuf Has Hacip’tir. Karahanlılar zamanında (XI. yüzyıl-1070) yazılmış, ideal bir devlet yönetiminin nasıl olması gerektiği üzerinde durulmuştur. Esrin dilinde henüz Arapça ve Farsça etkisi yoktur. Birimi beyit, ölçüsü aruz, kalıbı fe u lün/fe u lün /fe ul’dür. Bilinen üç nüshası, bugün Fergana, Viyana ve Mısır’da bulunmaktadır.
DİVAN Ü LUGAT-İT TÜRK
Eserin adı, “Türk Dili’nin toplu(genel) Sözlüğü” anlamına gelir. Adından da anlaşılacağı gibi, eser bir sözlüktür; Araplara Türkçe’yi öğretmek amacıyla yazılmıştır. Bundan dolayı, Türkçe’nin Arapça karşısında savunulduğu bir eser olarak değerlendirilir. Eserde Türkçe sözcüklerin anlamları Arapça’yla açıklanmakta ve her maddeden sonra birtakım Türkçe metinler örnek olarak verilmektedir. Kaşgarlı Mahmut tarafından XI. yüzyılda yazılan eserin asıl önemi de, işte bu derleme Türkçe metinlerden ileri gelmektedir; yani eser, zengin bir folklor kaynağı durumundadır.
ATABETÜ’L-HAKAYIK
Eserin adı “gerçeklerin eşiği” anlamına gelmektedir. Yazarı Edip Ahmet’tir. Eserde hem dörtlük, hem de beyit nazım birimleri kullanılmıştır. Ölçü aruzdur. Okuyucuya dini öğütler veren eser, anlatım yönünden kurudur; didaktik özelliklere sahiptir; XII. yüzyılda yazılmıştır.
DİVAN-I HİKMET
Ahmet Yesevi tarafından XII. yüzyılda yazılan eser, tasavvuf felsefesinin yayılmasını amaçlar. Didaktik nitelikli olduğundan, oldukça kuru bir anlatıma sahiptir. Türk tasavvuf edebiyatının ilk örneği sayılır.
İSLAMİ TÜRK EDEBİYATI’NIN BÖLÜMLENMESİ
A.DİVAN EDEBİYATI
XIII.-XIX. Yüzyıllar arasında yaşayan bu edebiyat; dil, anlatım, nazım içimleri, ölçü, türler ve
konular bakımından Arap ve Fars edebiyatlarının etkisi altındadır. Bu nedenle, Ortadoğu İslam edebiyatlarının bir parçası sayılır.
Divan Edebiyatı, “Kuruluş Dönemi” denilen XIII-XIX. Yüzyıllar arasında, genellikle Fars Edebiyatının taklidi görünümündedir. Şairler kendi sanat kişiliklerini ortaya koyacak yerde, ünlü İran şairleri gibi söylemeye bu dönemde büyük özen gösterirler. Osmanlı İmparatorluğu’ nun yükselişe geçtiği XVI. yüzyıldan itibaren, bu taklitçi anlayışın “Olgunluk Dönemini” ni yaşamaya başladığı, hatta Divan şairlerinin kendilerini İran şairlerinden üstün sayar bir tavır takındıkları görülür.
DİVAN EDEBİYATI’NIN TEMEL ÖZELLİKLERİ
1. Bu edebiyatın dili, Arapça, Farsça ve Türkçe’nin söz hazineleriyle dilbilgisi kurallarının birleşmesinden oluşan “Osmanlıca”dır.
2. Dil ağır, anlatım genellikle süslüdür.
3. Hayattan kopuk bir sanat anlayışı vardır. Şairler, toplum ve insanla ilgili sorunlara eğilme gereği duymamışlardır. ; ancak bazı şiirlerde, toplum hayatını aksatan durumlara değinilmiştir.
4. Bu edebiyat, halk kültüründen uzaktır. Sanatçılar da çoğu zaman saray ve çevresinde yetişmişlerdir. Onun için Divan Edebiyatı’na “Yüksek Zümre Edebiyatı”,”Saray Edebiyatı” gibi adlar verilmiştir.
5. Bu edebiyat, biçimcidir. Anlatılan değil, anlatım biçimi daima önde gelir. Şiirde sıkı sanat kuralları uygulanır. Divan Edebiyatı, bu yönüyle klasizme benzer.
6. Başlıca konular aşk, doğa, ölüm, ayrılık, özlem v.b.’dir.
7. Şiirde temel ölçü aruzdur. Bazı şairler, hece ölçüsüyle tek tük şiir yazmışlardır.
BAŞLICA NAZIM BİÇİMLERİ
GAZEL
Arap Edebiyatı’ndan alınmıştır. Aşk, doğa, içki, eğlence konuları işlenir. Beyit birimiyle yazılır. 5-15 beyit uzunluğundadır. Beyitler “AA/BA/CA/DA” uyak düzeniyle sıralanır. İlk beyit matla(doğuş)”, son beyit “makta(kesiş)”, en güzel söylenmiş beyit de “beytü’l-gazel” adını alır. Şairin adı, makta beytinde geçer. Gazellerde genellikle konu bütünlüğü bulunmaz; yani şiirdeki beyitler, anlamca birbirine bağlı olmaz. Anlam bütünlüğü taşıyan gazellere “yek-ahenk gazel” denir.
KASİDE
Arap Edebiyatı’ndan alınmıştır. Övgü şiiridir. Gazel gibi uyaklanır. Uzunluğu 33-39 beyit arasında değişir. Şu bölümlerden oluşur:
a. Nesib(teşbib):Giriş bölümüdür. Kasideler, bu bölümde yapılan betimlemelere göre adlandırılır. Bahar betimlemesi yapılan kasidelere “kaside-i bahariyye”, kış betimlemesi yapılanlara “kaside-i şitaiye”, bayram betimlemesi yapılanlara da “kaside-i ıydiyye” denir.
b. Tegazzül :Kaside içinde güzel söyleme anlamına gelir. Bu bölümde aşk, şarap, kadın gibi gazellere özgü konular, lirik bir anlatımla işlenir.
c. Girizgah:Denk düşürerek asıl konuya, yani övgüye giriş yapılan bölümdür.
d. Methiye : Padişah, sadrazam, vezir, paşa gibi yüksek görevli kişilere ya da din büyüklerine yöneltilen övgünün yapıldığı bölümdür.
e. Fahriyye : Şairin, kendi şiir yeteneğini övdüğü bölüme verilen addır.
f. Dua : Kasidenin sonuç bölümüdür. Şair, böyle güzel bir şiiri yazıp bitirebildiği için dua ederek kasidesini tamamlar.
Daha sonra, Tanzimat döneminde de kaside nazım biçimi kullanılmış;ama kasidenin hem konularında, hem biçiminde değişiklik yapılmıştır.
Kasideler, konularına göre dörde ayrılır:
a. Methiyye : Ünlü, saygın kişilerin övüldüğü kasidelerdir.
b. Tevhid :Allah’ın birliğini konu edinen ve onu öven kasidelere denir.
c. Münacaat : Allah’a yalvarış amacıyla yazılır.
d. Na’t : Hz. Muhammed’in övgüsünü yapmak için yazılan kasidelerdir.
MESNEVİ
Divan Edebiyatı’na Fars Edebiyatı’ndan geçmiş olup uzun manzum öykülerdir. Beyit birimiyle, türlü aruz kalıplarıyla yazılır. Beyitler “AA/BB/CC/DD” biçimiyle kendi aralarında uyaklanır. İslami edebiyatın ortak konularını işler.
ŞARKI
Divan Edebiyatı’nda XVIII.yüzyılda kullanılmaya başlayan bir nazım biçimidir. Dörtlüklerle yazılır. Halk Edebiyatı’ndaki koşma nazım biçiminin etkisiyle doğduğu söylenir. Dörtlükler “AAAA/BBBA/CCCA” biçiminde uyaklanır. Aşk, doğa, içki, kadın gibi dünyevi konular işlenir.
RUBAİ
Tek dörtlükten oluşan, “AABA” uyak düzeniyle ve aruzun özel kalıplarıyla yazılan; aşk, hayat, insan gibi konuları ve felsefi düşünceleri işleyen bir nazım içimidir. Fars Edebiyatı’ndan Divan Edebiyatı’na geçmiştir. Dünyaca ünlü temsilcisi, İranlı şair Ömer Hayyam’dır.
TERKİB-İ BEND
“Bend” adı verilen bölümlerden oluşur. Her ben ; bir “hane” ve bir “vasıta” bölümünü kapsar. Haneler 5-15 beyit uzunluğunda olup “AA/BA/CA/DA” biçiminde uyaklanır. Vasıta ise , tek beyittir. Vasıtanın dizeleri kendi aralarında uyaklıdır. Bendler değiştikçe, aynı uyak düzeni, başka uyak sözcükleriyle tekrarlanır.
TERCİ-İ BEND
Konu ve biçim bakımından terkib-i bende benzer. Ondan tek farkı, vasıta beytinin her bendden sonra değişmemesidir.
MURABBA
Dörtlüklerden oluşur. “AAAA/BBBA/CCCA” biçiminde uyaklanır. Bu biçim özellliğiyle şarkıdan farkı yoktur. Murabba ile şarkıyı ayıran tek fark, şarkıların bir besteye bağlanmasıdır.
MÜSTEZAT
Bir manzumenin uzun dizelerinden sonra kısa dizeler getirilmesiyle oluşur. Uzun ve kısa dizeler, kendi aralarında gazel gibi uyaklanır. Kısa dizelere “ziyade” denir. Uzun dizelerde aruzun “mef u lü/me fa i lü /fe u lün”; kısa dizelerde ise “mef u lü /fe u lün” kalıbı kullanılır. Batı Edebiyatı etkisi altına girildikten sonra, bu nazım biçimindeki kuralların gevşetilmesiyle “serbest müstezat” denilen yeni bir nazım biçimi ortaya çıkmıştır.
yusuf hâcib ve Kutadgu Bilig
11. yüzyılın başlarında Balasagun’da doğmuş olan Yusuf Has Hâcib asil bir aileye mensuptur. Balasagun’da yazmaya başladığı Kutadgu Bilig (Mutluluk Bilgisi) adlı yapıtını 1069 yılında Kaşgar’da tamamlayarak Karahanlı hakanlarından Ebû Ali Hasan ibn Süleyman Arslan Hakan’a sunmuştur.
Kutadgu Bilig, her iki Dünya’da da mutluluğa kavuşmak için gidilmesi gereken yolu göstermek maksadıyla yazılmıştır. Yusuf Has Hâcib’e göre, öteki Dünya’yı kazanmak için bu Dünya’dan el etek çekerek yalnızca ibadetle vakit geçirmek doğru değildir. Çünkü böyle bir insanın ne kendisine ne de toplumuna bir yararı vardır; oysa başkalarına yararlı olmayanlar ölülere benzer; bir insanın erdemi, ancak başka insanlar arasındayken belli olur. Asıl din yolu, kötüleri iyileştirmek, cefaya karşı vefa göstermek ve yanlışları bağışlamaktan geçer. İnsanlara hizmet etmek suretiyle faydalı olmak, bir kimseyi, hem bu Dünya’da hem de öteki Dünya’da mutlu kılacaktır.
Yusuf Has Hâcib bu yapıtında bilimin değerini de tartışır. Ona göre, alimlerin ilmi, halkın yolunu aydınlatır; ilim, bir meşale gibidir; geceleri yanar ve insanlığa doğru yolu gösterir. Bu nedenle alimlere hürmet göstermek ve ilimlerinden yararlanmaya çalışmak gerekir. Eğer dikkat edilirse, bir alimin ilminin diğerinin ilminden farklı olduğu görülür. Mesela hekimler hastaları tedavi ederler; astronomlar ise yılların, ayların ve günlerin hesabını tutarlar. Bu ilimlerin hepsi de halk için faydalıdır. Alimler, koyun sürüsünün önündeki koç gibidirler; başa geçip sürüyü doğru yola sürerler.
Yusuf Has Hâcib, astronomi bilimini öğrenmek isteyenlerin, önce geometri ve hesap kapısından geçmesi gerektiğini söyler. Aritmetik ve cebir, insanı kemâle ulaştırır; toplama, çıkarma, çarpma, bölme, bir sayının iki katını, yarısını ve kare kökünü alma işlemlerini bilen, yedi kat göğü avucunun içinde tutar. Her şey hesaba dayanır.
Bir siyasetnâme veya bir nasihatnâme olarak nitelendirilebilecek Kutadgu Bilig, Yusuf Has Hâcib’in ve içinde yetiştiği çevrenin ilmî ve felsefî birikimi hakkında çok önemli bilgiler vermektedir. Platon’un devlet ve toplum anlayışı çok iyi bilinmekte ve uygulanmaya çalışılmaktadır. Bilimin ve bilginlerin değeri anlaşılmıştır; bilim, güvenilir bir rehber olarak düşünülmektedir.
Bu içerik internet kaynaklarından yararlanırak sitemize eklenmiştir.

CEVAP VER
Lütfen yazınızı giriniz.
Lütfen adınızı buraya giriniz.