Lise 3. sınıf Felsefe Konu Anlatımı ve Ders Notları (11. sınıf)

Ünite 4-VARLIK FELSEFESİ
Varlık Felsefesinin konusu varlıktır.Varlık;var olan her şeydir. Varlık Felsefesi açısından var olanlar iki biçimde ele alınır.
1-Gerçekte var olanlar:Gerçek varlık,gerçekliğini nesnelerden,olaylardan,kişilerden alan;belli bir zaman ve mekanda var olandır.Gerçekte var olanlar duyu organları ile algılanır.Örneğin:masa,sıra,kitap v.b.
2-İdea’da (zihinde,düşünsel) var olanlar:İnsanların zihinlerinde oluşturdukları kavramlardır.Zihinde var olanları insanlar bir takım olay ve ilişkilerden soyutlayarak elde ederler,bu nedenle duyu organları ile kavranamazlar.
Bilim ve Felsefe açısından VARLIK
Bilim ve Felsefe’nin varlığa bakış açıları şu noktalardan farklılaşır:
*Bilime göre varlık tartışmasız vardır.Bilim varlığın var olduğunu ön kabul olarak benimser ve var kabul ettiği varlıkla ilgili neden-sonuç ilişkileri kurar.
Felsefe varlığın var olup olmadığını da tartışır.Nedenlerin nedenlerini de araştırır.
**Bilimler konularına göre varlığı parçalara ayırarak , kendilerine özgü yöntemlerle inceler.
Felsefe,varlığı bütün halinde görür ve bütün halinde incelemeye çalışır.Bunun içinse gerekirse tüm bilimlerin sonuçlarını kullanarak genel kuramsal açıklamalar yapar.
Metafizik -Ontoloji Felsefesi
Metafizik; ispatlanması ve çürütülmesi mümkün olmayan sorunlarla ilgilenir.
Ontoloji;Varlıkla ilgili sorunların tartışıldığı metafizik alanıdır.
Ontolojinin soruları şunlardır:
1-Varlık var mıdır?
2-Varlığın ana maddesi nedir?
3-Evren nasıl oluşmuştur?
4-Evrenin bir amacı var mıdır?
5-Varlıkta özgürlük var mıdır?
6-Ruh nedir?
7-Ruh ölümsüz müdür?
8-Ölüm nedir?
Tabiat(doğa) filozofları varlığın ana maddesi (arkhe) nedir? Sorusuyla ilgilenmişlerdir.Örneğin Thales; varlık arkesinin su olduğunu söyleyerek ontolojiyle ilgilenen ilk filozof olmuştur.
Aristoteles varlığın ilk nedenlerini araştırarak metafiziğin ilkelerini belirlemiştir.Aristoteles, evreni bir bütün olarak kavramaya çalışmış ve bu çabasından da felsefenin bir disiplini olan Metafizik-Ontoloji doğmuştur.
Ancak Ontolojiyi bir felsefe disiplinine dönüştüren Cristian Wolf’tur.Wolf ontolojiyi;- tanrının,ruhun ve dünyanın varlığını kanıtlamak isteyen bir alan olarak- belirler.
Wolf’un ontoloji anlayışı deneysel bilimlere dayanan Ampirizm ve Materyalizm tarafından eleştirilmiştir.
Kant’ a göre metafizik; bilginin temellerini araştırmalı ve bilginin deneyden gelmeyen öğelerini saptamalıdır.
Fichte.Schelling,Hegel gibi düşünürler Kant’ın gözden düşürdüğü metafiziği tinsel(ruhsal) varlık anlayışı ile yeniden günceleştirmiştir.
Günümüzde metafizik fenomenoloji,yeni ontoloji ve varoluşçuluk (existansiyalizm) felsefeleri ile varlığını sürdürmektedir.
Fenomenoloji;Edmund Husserl ile varlıkların arka planlarında bulunan ve kendi kendilerine varolan özleri dile getirerek;
Yeni ontoloji;Nicolai Hartmann ile varlık kategorileri oluşturup ontolojiyi deneysel temellerle,bilimsel sonuçlarla bağdaştırmaya çalışarak
Existansiyalizm; Heidegger ve Sartre ile varlığın temeline doğa bilimlerini koyanlara karşı çıkarak varlığı Benin yaptığını söyleyerek ontolojiyle ilgilenmiştir.
Ontoloji açısından Varlık
Ontolojik problemler:
1-Varlığın var olup olmadığı problemi:
Varlığın var olup olmadığı ilk çağlardan bugüne ontolojinin tartıştığı temel problemdir.Bu probleme genelde iki bakış açısıyla yaklaşılmıştır. a-Nihilizm(hiçcilik) :
Nihilizm’e göre hiçbir varlık gerçekten var değildir ve varlığı var olan olarak kabul eden görüşlere karşı çıkar.Nihilizm hiçbir değer ve kural tanımayan bir görüştür ve toplumda düzeni sağlayan tüm otoriteleri reddeder.Nihilizm bu biçimiyle siyasal anlamda anarşizme temel oluşturur. Nihilizm’in temsilcileri: Gorgias;Ontoloji alanında nihilizmin ilk temsilcileri ilk çağ sofist filozoflarından Gorgias’tır.Gorgias,”varlık var mıdır?”sorusuna “yoktur” cevabını verir.Gorgias’a göre;”varlık yoktur.Olsa bile bilinemez.Bilinse bile bildirilemez.” Nietzsche; Toplumsal değer ve normları tümüyle inkar ederek nihilizmin 19.yy.daki önemli temsilcisidir. Taoizm: İl çağda çinde görülen taoizmdir.Lao-Tse ‘nin kurduğu taoculuk gerçeğin tüm çeşitliliğine karşın “bir”(tao) olduğunu ve bunun adının,biçiminin, maddesinin, görüntüsünün olmadığını savunur.Aldatıcı olan dünya, varlıktan yoksundur. b-Realizm (gerçekçilik):
Varlık vardır anlayışı realizmdir.Realizm varlığın insan bilincinin dışında insan bilincinden bağımsız olarak var olduğunu savunur.Realizme göre dış dünya bizden bağımsız olarak vardır.Var olan nesnel olandır,duyu organları aracılığıyla algılanabilir olandır.
2-Varlığın ne olduğu problemi:
Varlığın ne olduğu sorusuna farklı cevaplar verilmiştir;.
a) Varlığı oluş olarak kabul edenler:
İlk çağ felsefesinde evrenin sürekli bir değişim,akış ve oluş halinde olduğunu ileri süren ilk düşünür Herakleitos’dur.O’na göre evrenin ana maddesi “ateş”tir.’Ateşten oluşan her şey dönüp dolaşıp ateşe dönecektir.Ateş yeniden her şeyi yaratacaktır. Evrende her şey sürekli bir değişim OLUŞ içindedir ve durağan değildir.Doğa gibi insanın kendisi de sürekli bir değişim içindedir.’
Herakleitos’a göre evrenin bu oluşuna karşıt güçlerin çatışması ve bu çatışma sonunda ortaya çıkan uzlaşma(sentez) neden olur.Eğer bu çatışma olmasaydı evrende nesneler de olmazdı.Örneğin;yaşam,dişi ile erkekten gelir;otun yok olması,koyunun yaşamasını sağlar.Oluş (canlı-cansız,iyi-kötü gibi) karşıtların çatışmasının bir sonucudur.”değişmeyen tek şey değişme dir”Her değişme belli bir düzene , yasaya göre olur. Bu yasa logos(akıl)dır.
Çağımızda varlığı oluş olarak gören filozof whitehead (viyted) dir. O’na göre her varlık var olabilmek için başka bir varlığa muhtaçtır.Böylece evren bir canlı “oluş” olarak varlığını sürdürür.
Ünite 5-AHLAK FELSEFESİ (ETHİK)
Ahlak Felsefesinin konusu;
insanın hareketleri,yapıp etmeleridir.İnsanın yalnızca iradeli hareketleri ahlak felsefesinin konusudur.
Ethik:İnsanın ahlaksal davranışları ile ilgili sorunları ele alan felsefe dalıdır.
AHLAK FELSEFESİNİN TEMEL KAVRAMLARI
İYİ:İnsanın yapması gereken davranışlardır.Ahlakça değerli olandır.
KÖTÜ:İnsanın yapmaması gereken davranışlardır.
ÖZGÜRLÜK:İrade ile “iyi” ve “kötü” davranışlardan birisini seçme gücüdür.
ERDEM (FAZİLET):İyi olana yönelmedir.
SORUMLULUK:İnsanın kendi eylemlerinin ya da yetki alanına giren herhangi bir olayın sonuçlarını üstlenmesidir.
VİCDAN:Tutum ve eylemlerimizin ahlakça değerli olup olmadığını yargılama bilincidir.Bir çeşit iç mahkemedir.
AHLAK YASASI:uyulması ahlak açısından gereken,genel-geçer kurallardır.
AHLAKİ KARAR:Ahlak kurallarına özgürce uymaktır.
AHLAKİ EYLEM:Ahlaka uygun davranışı gerçekleştirmedir.Ahlaka uygun eylem davranış olarak dışa yansır.Eylemin dışa yansımayan yönü ise tutumdur.
ÖRNEK:Derse geç gelen öğrencinin öğretmene gerekçeyi belirtirken doğruyu söylemesi “İYİ”,yalan söylemesi “KÖTÜ”,bu davranışlardan birini seçmesi “ÖZGÜRLÜK”,Doğru söylemeyi seçmesi “ERDEM” dir.
AHLAK FELSEFESİNİN TEMEL SORULARI
1-Ahlaki eylemin amacı var mıdır?Varsa nedir?
2-Toplumca belirlenen,insana zorla kabul ettirilen eylem biçimleri gerçekten “iyi” midir?
3-İnsan ahlaki eylemde bulunurken özgür müdür?
4-İnsanın doğası ahlaklı olmasına elverişlimidir?
5-Tüm insanların ortaklaşa benimseyebilecekleri evrensel ahlak yasaları var mıdır?
İNSAN AHLAKİ EYLEMDE BULUNURKEN ÖZGÜR MÜDÜR?
Ahlak konusunda bazı filozoflar insanın özgür olduğunu,bazı filozoflar ise özgür olmadığını savunur.
1-Özgür olmadığını savunanlar:
DETERMİNİZM (gerekircilik);
Deterministlere göre, insanın irade ve eylemleri içten ve dıştan gelen nedenlerle belirlenmiştir.Bireyin içinde bulunduğu şartlar iradeyi belirler ve kişinin özgür karar vermesini engeller.Bu nedenle insan ahlaksal eylemde özgür değildir.
2-Özgür olduğunu savunanlar :
İNDETERMİNİZM (gerekirci olmayanlar);
İndeterministlere göre,insan ahlaki eylemde tamamıyla özgürdür.İnsan kendini özgür hissettiği için toplumdaki ahlak yasalarına özgürce uyar.
Bu görüşlerden her ikisi de insan gerçekleri ile bağdaşmadıklarından üçüncü bir görüş ortaya çıkmıştır.
OTODETERMİNİZM:
Otodeterministler, iradeyi ve ahlaki eylemleri bir kişilik ürünü olarak görürler.İnsan bilgi birikimini zenginleştirerek,kişiliğini geliştirerek ve aklını kullanarak özgürleşmiştir.Sonuç olarak kişiliği gelişmiş olanlar,gelişmemiş olanlardan daha özgürdür.
AHLAK YARGISINI DİĞER YARGI TÜRLERİNDEN AYIRAN NİTELİKLER:
Bir iddiayı dile getiren söz dizisine yargı denir.
Yargılar ikiye ayrılır;
1-Gerçeklik yargıları; Nesneler dünyasına ilişkin yargılardır.Kişiden kişiye değişmez nesneldir.”Doğru” ve ya “yanlış” olurlar.
2-Değer yargıları; Bir gerçekliği değil, bir değerlendirmeyi içeren yargılardır,özneldir.Kişiden kişiye değişir.Değer yargılarının alanı geniştir.
Mantık yargıları-“doğru”,yanlış”
Sanat yargıları-“güzel”,”çirkin”
Din yargıları –“sevap”,”günah”
Ahlak yargıları-“iyi”,”kötü” şeklindedir.
Bilim yargıları herkes tarafından kabul edilir,din yargıları (o dine inana kişilerce kabul edilir ve kişilere göre) değişmez,ahlak yargıları değişir.
ETİK’İN PROBLEMATİĞİ VE YAKLAŞIMLAR
A- KİŞİ VİCDANI KARŞISINDA EVRENSEL AHLAK YASAININ OLUP OLMADIĞI PROBLEMİ
1-EVRENSEL AHLAK YASASININ VARLIĞINI REDDEDENLER
a)HEDONİZM (haz ahlakı):
Kurucusu Aristippos’tur.O’na göre haz veren şey “iyi”,haz vermeyen “kötü”dür.İnsan sadece kendi yaşadığı hazzı bilebilir.Başkalarının hazzını bilemez.Bu nedenle evrensel ahlak yasası yoktur.
b)Fayda ahlakı:
Bireye yarar sağlayan davranış “iyi”,sağlamayan “kötü”dür.Yararlı olan kişiden kişiye değiştiği için evrensel ahlak yasası yoktur.
c)Bencillik (egoizm):
Bencillik, başkalarını dikkate almadan sadece kendi çıkarını düşünme anlamına gelir.İnsanın yalnızca kendi “ben”ine uygun olanı “iyi”nin ölçütü sayan düşüncedir.
Hobbes’a göre insanı yönlendiren ‘kendini sevme’ ve ‘kendini koruma’ içgüdüsüdür.Bu yaklaşıma göre evrensel ahlak yasası yoktur.
d)Anarşizm:
Başta devlet olmak üzere tüm baskıcı kurumların ortadan kalkması gerektiğini öne süren öğretidir.Temsilcisi Max Stiner ‘dir.Evrensel ahlak yasasını reddeder.O tüm ahlaki değerlerin bir takım soyutlamalardan ibaret olduğunu düşünür.
e)F.Nietzche (Niçe):
O’na göre yapılması gereken;insanlığı ahlaktan kurtarmaktır.İnsan doğasına yaraşan, güçlü,korkusuz,acımasız olmaktır.Oysa tüm ahlaklar insanın güdülerini köreltir,onu pasifliğe yöneltir.
Nietzche’ye göre;toplumda iki tür insan ve bunların oluşturduğu iki tür sosyal sınıf vardır. Birincisi Halk Sınıfı;sürü durumundadır.Din ve ahlak kuralları bu sınıf için yeterlidir.İkincisi Seçkin Sınıf;Seçkin sınıfa yakışan ahlak, insanın doğasına uygun olan,bireyci,bencil,acımasız ahlaktır.Amaç,”üstün insan”a ulaşmaktır.Üstün insan; sıradan,korkak,zayıflığı öğütleyen vicdan ahlakından kurtulup “iktidara doğru giden güç”ahlakına ulaşmakla oluşur.O’na göre “güç” enyüce iyi;yenilgi,kaybetmek,zayıflık ise kötüdür.İnsan için gerekli olan güçlü olmaktır.
f) J.P.Sartre(Existansiyalizm-varoluşçuluk):
İnsanın kendi varoluşunu ancak özgürce davranarak gerçekleştirebileceğini savunur.Ancak bu özgürlük sınırsız değil,sorumlulukla belirlenmiştir.Sartre’a göre insan insanlığını kendisi yapar,değerlerini kendisi yaratır,yolunu kendisi seçer.Bu nedenle seçiminde tek başınadır ve sorumluluklar da kendisinindir.
2-EVRENSEL AHLAK YASASININ VARLIĞINI KABUL EDENLER
a)Ahlak Yasasının Varlığını subjektif (öznel) TemeldeAçıklayanlar:
Bu düşünceyi savunanlara göre evrensel bir ahlak yasası vardır.Ancak bu yasa varlığını insandan,insanın özel dünyasından alır.İnsanın karşısına bir buyruk biçiminde çıkar.Dürüst ol,insanları sev,…. gibi.
1-Utilitarizm (Faydacılık)J.S.Mill J.Bentham:Onlara göre insan doğası gereği acıdan kaçınır,hazza yönelir,mutluluğa erişmek ister.Ancak kişinin mutluluğu,çevresindeki insanların mutluluğu ile ilişkilidir.Kişi mutluluğu ancak üyesi bulunduğu yarar sağlayan şeyi yapmakla bulabilir.O halde; ‘tek insan için değil,herkes için faydalı olan’ yasa olarak kabul edilmelidir.
b)ENTÜİSYONİZM (Sezgicilik) H.Bergson: O’na göre insan iyi ve kötüyü ancak sezgi ile kavrayabilir.İnsanın sezgisine uyarak yaptığı davranış “iyi”,sezgisine uymayan davranışı “kötü”dür.
ÖRN:Boş zamanımı müzik dinleyerek,eğlenerek geçirebileceğim gibi,yardıma ihtiyacı olan birisine yardım ederek de geçirebilirim.Ben içimden gelen sezgiye uyarak,eğlenmekten vazgeçip yardım edersem ahlaki olanı (iyi) yapmış olurum. O’na göre zekanın oluşturduğu ahlak kapalı toplum ahlakıdır,yasakçıdır.Sezgi ahlakı ise;içinde sevgi ve özgürlüğün olduğu açık toplum ahlakıdır.
Ünite 6- SİYASET FELSEFESİNİN KONUSU
Siyaset (Politika Latince); dilimize Arapça’dan geçmiş bir sözcüktür ve devlet ve toplum yönetimi ile ilgili tüm etkinlikleri ifade eder.Bu alanı, hem siyaset bilim hem de siyaset felsefesi inceler.Siyaset bilim devlet biçimlerini, siyasi olguları ve süreçleri ele alır,betimler ve olanı olduğu gibi inceler. Siyaset felsefesi ise varolan siyaset üzerine bir sorgulama ve akıl yürütme etkinliğidir.Siyaset felsefesi ideolojiler üstü bir tutumla olması gerekeni araştırır.
SİYASET FELSEFESİNİN TEMEL KAVRAMLARI NELERDİR
Birey  NEDİR:
Kendisini başkalarından ayıran,kendisine özgü bir kimliği olan her tek toplumsal insan
Toplum  NEDİR :
Bireylerden oluşan ve kendisine özgü bir yapısı bulunan, aralarında sosyal ilişki ile ortak bir kültürü ve sürekliliği bulunan insan topluluğudur.
Devlet  NEDİR :
Bir yurt üzerinde yaşayan ortak bir kültür yaratmış olan insanların oluşturduğu hukuksal ve siyasal otoritedir.
İktidar  NEDİR:
Yönetme gücünü elinde bulundurma demektir.
Meşruiyet  NEDİR:
Egemenliğin haklı nedenlere dayalı olarak kullanılmasını ifade eder.Bir toplumda meşruiyet ya sosyal haklılığa ya da yasalara dayalı olarak kullanılabilir.
Yönetim  NEDİR:
Bir örgütün ya da bir kurumun belirlenen ilke ve amaçlar doğrultusunda işletilmesidir.
Egemenlik :
Yönetme gücünün kaynağı yönetme yetkisini elinde bulundurmanın nedenidir.
Hak  NEDİR:
Kullanma ve isteme yetkisine sahip olduğumuz şeylerdir.
Hukuk  NEDİR:
Devlet-birey ve birey-birey ilişkilerini düzenleyen yazılı normlar bütünüdür.
Yasa NEDİR:
Hukuku meydana getiren zorlayıcı olan ve yaptırımları bulunan yazılı normların her biridir.
Bürokrasi NEDİR:
Kamu alanında çalışan aşamalı(hiyerarşik) bir düzen içinde örgütlenmiş olan memurlar topluluğudur.
SİYASET FELSEFESİNİN TEMEL SORULARI
1.Devletin varlık nedeni nedir?
2.Devlet olmalı mı olmamalı mı?
3.Devletin fonksiyonu nedir?
4.İktidar kaynağını nereden alır?
5.Egemenlik türleri nelerdir?
6.Sivil toplum nedir?
7.Demokratik yaşamda sivil toplumun yeri nedir?
8.Eşitlik nedir?
9.Adalet nedir?
10.Bürokrasiden vazgeçilebilir mi?
11.En iyi yönetim biçimi nedir?
12.Herkesin memnun olabileceği bir yönetim biçimi olabilir mi?
İKTİDAR KAYNAĞINI NEREDEN ALIR?
*İlk yaklaşım iktidarın, toplumun içten ve dıştan gelebilecek tehlikelere karşı korunması ihtiyacından kaynaklandığını söyler.
*İkinci yaklaşım iktidarın kaynağı olarak Tanrı’yı görür.Bu yaklaşıma göre iktidar Tanrı’nın yeryüzündeki temsilcisidir.
*Üçüncü yaklaşıma göre iktidar kaynağını toplumda yaşayan insanların ortak iradesinden kaynaklanır.
MEŞRUİYETİN ÖLÇÜTLERİ NELERDİR?
*Birinci yaklaşıma göre devlet ve iktidar bireylerin ahlaki bakımdan olgunlaşma ihtiyacına yanıt vermek amacıyla ortaya çıkmıştır.Bu amacı yerine getirebildiği oranda meşrudur.
*Devlet Tanrı’nın yeryüzündeki temsilcisidir yaklaşımını savunanlara göre ise iktidar dinsel misyonun yerine getirilmesi temelinde meşrudur.
*Marksizm’e göre devlet egemen sınıfların üretim araçlarını elinde bulundurmasına hizmet eden bir araçtır.Devletin meşruluğu hizmet ettiği sınıfın çıkarlarını gözetmesi ve sonuçta sınıfsız bir toplumu amaç edinmesi ile ölçülür.
*Bir başka yaklaşıma göre ise devlet ortak iradenin temsilcisidir.Devletin uygulamaları ortak iradeye hizmet ettiği sürece meşrudur.
KAÇ TÜR EGEMENLİK TARZI VARDIR?
1.Geleneksel Egemenlik:
Geleneksel egemenliği toplumun dayandığı geleneksel değerler (gelenekler, örfler, adetler, görenekler) belirler.Bu egemenlik türü gelişmemiş ilkel toplumlarda geçerlidir. Egemenlik halka değil belirli bir kişiye ya da belirli bir aileye aittir.Emirlik,krallık,şeyhlik vb ülkeler bu egemenlik türüne örnek olarak verilebilir.
2.Karizmatik Egemenlik:
Liderde bulunan karizmaya dayalı bir egemenlik türüdür. Karizma üstün ve büyüleyici niteliklere sahip liderleri ifade etmede kullanılan bir terimdir. Karizmatik liderler güçlerini topluma sağladıkları başarılardan alırlar.
3.Demokratik ve hukuksal Egemenlik
Bu egemenlik tarzı insanın akıl ve mantığına dayalıdır.Egemenlik hukuka dayanır ve hukuk kuralları çerçevesinde kullanılır.Egemenliği elde etme ve kullanma yolları ve sınırları anayasalar tarafından belirlenmiştir. İktidarın egemenliği kullanırken halkın iradesini kullanması esastır.
Devlet:
Felsefe tarihinde devleti ele alan yaklaşımlar iki ana başlık altında toplanabilirler.
1.Devleti Doğal Bir Varlık Sayan Yaklaşımlar: Bu yaklaşımın en önemli temsilcisi Platon’dur.Ona göre toplum insan vücuduna benzer. Nasıl vücudumuzda her organın bir görevi varsa toplumdaki her organın da belli bir görevi bulunmaktadır. Devlet ise insan vücudundaki tüm organların birbiriyle uyumluçalışmasını sağlayan beyni temsil etmektedir.Devletin belli bir başlangıcı bulunmamaktadır.Ona göre devlet insan toplumuyla birlikte hep vardı ve hep varolmaya da devam edecektir.
2.Devleti Yapay Bir Varlık Sayan Yaklaşımlar: Bu yaklaşımın felsefe tarihindeki en önemli temsilcileri Thomas Hobbes,J.J.Rousseau ve J.Locke’tur. Bunlara göre insan toplulukları başlangıçta “Doğal Durum” adı verilen bir durumda yaşıyorlardı. Doğal durumda insanları yöneten ne kurallar ne de kurumlar bulunuyordu.Daha sonra insanlar barış içinde ve belirli bir düzen içerisinde yaşama gereksinimi duyduklarında devlet düşüncesi ortaya çıktı.Yani onlara göre devlet sonradan insan ihtiyaçlarına cevap vermek üzere oluşturulmuş bir kurumdur.
İDEAL DÜZEN ARAYIŞLARI:
Felsefe tarihinde ideal bir düzenin olup olmadığı tartışmaları iki ana grupta toplanır.Bunlardan ilki ideal bir düzenin olamayacağını öne süren görüşler ve ikincisi ideal bir düzenin olabileceğini öne süren görüşlerdir.
1.)İDEAL BİR DÜZENİN OLAMAYACAĞINI SÖYLEYEN GÖRÜŞLER:
Sofistlere ve nihilistlere göre ideal bir düzen yoktur.Çünkü düzenin amacı insan mutluluğunu sağlamaktır.Tüm insanların mutluluğunu sağlamak ise olanaksızdır.Bu anlamda bugüne kadar hiçbir düzen mutlak insan mutluluğunu sağlayabilmiş ve bundan sonra da sağlayabilecek değildir ve bu yüzden de ideal bir düzenden söz edilemez.
2.)İDEAL BİR DÜZENİN OLABİLECEĞİNİ ÖNE SÜREN GÖRÜŞLER:
İkinci ana yaklaşımlar ideal bir düzenin olabileceğini söyleyen yaklaşımlardır.Bu yaklaşımlara göre ise asıl sorun ideal düzeni belirleyen ölçütlerdedir.
a.)Özgürlüğü Temel Alan Yaklaşım (Liberalizm)
Liberalizm olarak bilinen bu görüş Adam Smith,J.Locke ve St Mill tarafından savunulmuştur.Bu yaklaşım Batı dünyasının kapitalist üretim tarzının dayandığı felsefi temel olarak karşımıza çıkar.Smith’in “bırakınız yapsınlar,bırakınız geçsinler” sözüyle özetlenebilecek olan liberalizme göre ideal bir düzen mutlak anlamda birey özgürlüğünü sağlayabilen düzendir.Bir düzenin ideal sayılabilmesi için özgürlükçü olması gerekmektedir.
b.)Eşitliği Temel Alan Yaklaşım (Sosyalizm)
Bu yaklaşımın başlıca temsilcileri S.Simon, C.Fourier, Prodhon,Owen ve Karl Marx’dır.Bunlara göre ideal düzeni belirleyen ölçüt eşitlik ilkesidir.Bu yaklaşımla birlikte sosyalist ekonomik sistemin felsefi düşüncesi ortaya çıkmış olmaktadır.
c.)Adaleti Temel Alan Yaklaşım (Sosyal Hukuk Devleti)
Özgürlüğü veya eşitliği temel alan yaklaşımların dayandığı ekonomik sistemler insan ve toplum problemlerini çözmeye yetememiştir.Bu nedenle daha sonra ideal düzenibelirleyen ölçüt olarak adalet ilkesi öne sürülmüştür.Bu yaklaşıma göre özgürlüğün olmadığı yerde eşitlikten, eşitliğin olmadığı yerde ise özgürlükten söz etmek olanaksızdır.Adalet ilkesini temel alan yaklaşım sosyal hukuk devleti denilen yeni bir devlet modelinin ortaya çıkmasını sağlamıştır.
ÜTOPYALAR:
Şimdiye kadar öngörülen veya uygulanan hiçbir devlet tarzı mutlak anlamda insan mutluluğunu sağlayamamıştır. Bu yüzden insanlar yeni devlet arayışlarını sürdürmektedirler.Bu çabalar kapsamında düş gücüne dayalı hayali devlet biçimleri de üretilmiştir.Bu hayali düzen tasarımlarına olmayan yer anlamına gelen Ütopya denir.Ütopya hiçbir yerde bulunmayan hayali bir devlet yazınıdır.Tarih içerisinde ütopya yazarları iki başlık altında toplanır:
1.İstenilen Ütopyalar:
Bu tür ütopyalar her şeyin yolunda gittiği, toplumsal alanda herhangi bir sorunun bulunmadığı, kusursuz bir devlet ve düzen tasarımını ifade eder.Bunlar iyimser bir bakış açısıyla kaleme alınmış ütopyalardır.Bu tür tasarımlara şunlar örnek olarak verilebilir:
a.)Platon : Devlet
b.)Farabi :El Medinet’ül Fazıla
c.)Thomas More :Ütopia
d.)Campenella :Güneş Ülkesi
e.) F.Bacon: Yeni Atlantik
2.İstenilmeyen Ütopyalar:
Dünyanın ve toplumun geleceği konusunda iyimser bir bakış açısıyla kaleme alınmış yukarıdaki ütopyaların yanı sıra kötümser bir bakış açısıyla yazılmış ütopyalar da vardır.Bunlar gelecek için karamsardırlar.İnsanlığın geleceğinin özellikle kontrolsüz teknolojik gelişmeler yüzünden kötü olacağına ilişkin bir karamsarlık içermektedirler.Bu ütopyalara şunlar örnek olarak verilebilir:
a.)Aldous Huxley :Yeni Dünya
b.)George Orwel :1984 Ütopyası
Ünite 7-ESTETİK (SANAT FELSEFESİ)
Estetik olaylar da, tıpkı bilgi olayında olduğu gibi, bize süje ile obje arasındaki ilgiyi gösterir. Estetik olay da aynı şekilde estetik olarak algılayan süje ile bu süjenin estetik algı ile kendisine yöneldiği varlık, doğa ya da sanat eseri dediğimiz obje arasındaki ilgidir.
ESTETİĞİN KONUSU
Eski Yunanca bir sözcük olan estetik duyumlamak, algılamak anlamındadır. Estetik güzellik felsefesidir. Güzel üzerine düşünme ve ne olduğunu araştırma etkinliğidir. Estetik, 18. Yüzyılda Baumgarten (1714-1762) tarafından kurulmuştur. Her ne kadar estetik bağımsız bir felsefe disiplini olarak iki yüz yıllık bir geçmişi gösteriyorsa da, aslında estetik problemlerile uğraşma daha ilkçağa kadar geri gider. Uzun bir geçmişe sahip olan estetik problemler özel bir ad altında toplanmamıştı. İşte, Baumgarten bu problemleri ortak bir ad altında toplayarak ona estetik adını vermiştir. Estetik olaylar da, tıpkı bilgi olayında olduğu gibi, bize süje ile obje arasındaki ilgiyi gösterir. Estetik olay da aynı şekilde estetik olarak algılayan süje ile bu süjenin estetik algı ile kendisine yöneldiği varlık, doğa ya da sanat eseri dediğimiz obje arasındaki ilgidir. Estetiğin görevi, bulanık ve karmaşık olan duyusal bilginin mükemmelliğini araştırmaktır. Duyusal bilginin mükemmelliği güzellik adını alır. Buna göre, estetiğin konusu güzelliktir. Estetiğin konusu içine yalnız güzellik ve estetik değerler girmez, sanat da girer. Çünkü sanatın amacı da sanat eserlerinde güzelliği ya da estetik değerleri ortaya koymaktır.
FELSEFE AÇISINDAN SANAT
SANAT
Sanat da felsefenin bir konusu, bir disiplinidir. Sanata felsefe açısından yaklaşım sanat felsefesini oluşturmuştur. Sanat felsefesinin temel sorusu, sanatın nasıl bir etkinlik olduğudur. Sanat felsefesi sanatın, beğenilerin, sanat eserinin özünü ve anlamını konu alır. Sanat felsefesi estetiğin bir bölümüdür. Yalnız insan etkinliği sonucu ortaya çıkan sanat ürünlerini değerlendirir. Estetik ise, sanatın yanında doğadaki ‘güzeli’ de kapsamına alır. Sanat felsefesinde, sanat eserlerinin nasıl oluştuğu üzerine değişik yaklaşımlar oluşmuştur. Bu yaklaşımlarım bazıları şunlardır.
Taklit Olarak Sanat :
Bu görüşe göre, sanat eserinde gördüğümüz, sanatçının algıladığı şeyleri taklit ederek bize yansıtmasıdır. Sanatçı, doğanın güzelliğini eserinde ne kadar aslına uygun olarak yansıtabilirse, eseri o kadar güzel olarak yargılanır. Bu nedenle bu kurama yansıtma kuramı da denir. Yansıtma kuramı İlkçağın idealist filozofu Platon’a kadar geri gider. Aristoteles’de sanatı bir taklit olarak görür. şair dil, müzikçi ses, ressam da boya aracıyla nesneleri taklit
eder, onları yansıtır.
Yaratma Olarak Sanat :
Sanat eseri, sanatçının kendi yaratıcı gücü, yeteneği ve coşkusunun oluşturduğu estetik objedir. Doğa kendi başına güzel değildir. Nesneler dünyası tinsellikten yoksun, bir madde dünyasıdır. Yaratma olayı, sanatçının algıladığı maddi varlığa duygu, düşünce ve hayal gücünü katması olayıdır. Bir sanat eseri, sanatçının kendinden kattığı değerlerle anlam kazanır. Maddi varlığı böyle tinselleştirmek, maddeye biçim vermek demektir. Biçim kazanmış, tinsellik kazanmış maddi varlık artık maddi varlık olmaktan çıkar ve bir sanat eseri olur. Ölümlü olan madde, tinselleşince, biçim alıp bir sanat eseri haline gelince, ölümsüzleşir. Sanat eseri bir kere oluşan bir üründür. Bu nedenle sanat eseri özgündür, ikinci örneği yoktur.Önemli temscilcisi Crocedir.
Oyun Olarak Sanat :
Sanat ile oyun arasında daima bir benzerlik görülmüştür. Çünkü, her iki etkinliğin de ereğinin kendinde olmasıdır. Oyun oynayan bir çocuk için oyunun dışında bir başka erek , bir başka dünya yoktur, çocuk oynamak için oynar. Bu görüşe göre, sanat etkinliğini bir oyun gibi değerlendirmek gerekir. Nasıl oyunda çıkar, günlük kaygı yoksa ve olabildiğince özgürlük varsa, sanatçı da bir oyuncu gibi gerçek dışı bir dünyada eserini oluşturur. Alman Düşünür Kant, Alman şair Schiller ve psikolog Wundt bu görüşü savunmuşlardır.
SANAT ESERİ :
Sanatçı tarafından bir estetik tavır sonucu oluşan bir eserdir. Her sanat eserinin bu nedenle estetik değeri vardır. Çünkü, sanatçının kendine özgü duyguları, heyecanları, hayal gücü ve yetenekleri eserinde birleşmiştir. Sanat eserinin en önemli özelliği tek olmasıdır. Çünkü, sanatçı eserini oluştururken oluşan duyguları ve hayal gücünü bir kez daha aynen yaşayamaz. Bir ürünün sanat eseri olarak belirlenmesinde üç temel öğe etkendir. Bunlar, estetik süje (sanatçı) , estetik obje (sanatçının sanat eserine dönüştürmek istediği her şey) ve estetik yargıdır (sanat eseri hakkında ortaya konan beğeni değeri, yani güzel ya da güzel olmamayı belirten yargı.)
ESTETİĞİN TEMEL KAVRAMLARI
Güzellik Problemi
Felsefe tarihi boyunca güzellik problemi filozofların çoğunu ilgilendirmiştir. Biz hoşumuza giden bir manzara karşısında ya da dinlediğimiz bir müzik karşısında yalnız haz almakla kalmaz, aynı zamanda yaşadığımız estetik durumu bir değer yargısı ile ifade ederiz. Güzel bir manzara, güzel bir müzik gibi. O halde güzel ya da güzellik estetik olayın ayrılmaz bir parçasıdır. Buna göre güzellik nedir? Bu soru bir güzellik felsefesinin varlığına götürür ve estetik sorunlar arasında ilk sorulan soru olur. Güzelliğin bir felsefe sorunu olması Platon ile başlar. Platon’a göre güzellik bir ideadır ve idea olduğu için de zaman ve mekan dışı mutlak varlıktır. Böyle bir güzelliğe Platon “kendiliğinden güzel” adını verir. Platon için yaşadığımız varlık alanı eksik ve kusurludur. İdea dünyasına ait olan güzellik, sanat eserinde bir görüntü kazanır. Sanat, güzellik ideasından ne kadar pay alırsa o kadar güzel olur.
Aristoteles’e göre güzellik bir ahenk, orantı ve düzendir. Bu nedenle orantıdan yoksun olan hiçbir şey güzel olamaz. Buradan anlaşılacağı gibi Aristoteles güzelliği matematik olarak açıklamıştır. Eski Yunan’da ortaya atılan, bütün güzellikleri açıklayıcı bir formül olarak düşünülen ” altın oran ” düşüncesi özellikle Rönesans’ta ve sonrasında tekrar ön plana çıkar. Düşünürler bir biçimi oluşturan parçaların oranının bir güzellik tılsımı olarak kendi içinde bulunduğunu düşünmüşler ve bu oranı bulmak için yüzyıllar boyu doğada ve sanatta biçim araştırması yapmışlardır. Güzelliğin metafizik anlamda ele alınması İlkçağla başlamış, daha sonra günümüze kadar yaşamını sürdürmüştür. Örneğin, Hegel’e göre, güzellik mutlak ruhun nesnelere yansımasıdır. Schopenhauer’e, göre güzellik mutlak iradenin kendisini dışlaştırmasıdır. Çağdaş felsefede de , örneğin N. Hartman’a göre tinin maddede kendini göstermesidir.Estetiğin kurucusu Baumgarten’e göre güzellik duyumsal bilginin mükemmelliğidir. Benedetto Croce’a göre ise güzellik, mutluluk veren bir biçimleniştir. Görüldüğü gibi filozoflar güzel hakkında farklı yorumlar yapmışlardır. Ancak, hepsinin ortak noktası, güzelin insanı olumlu etkileyen bir değer olarak görülmesidir.
Doğada Güzel – Sanatta Güzel
Güzellik problemi hem doğada hem de sanatta güzelliği kapsar. Doğadaki pek çok varlık ve varlıksal düzenlilik güzelliği yansıtmaktadır. Sanatta güzellik ise doğadakinden farklı özellik taşır. Düşünürlerin doğa güzelliği ile sanat güzelliği üzerine görüşleri farklılık göstermektedir. Kimileri doğada güzelliğin olamayacağını, kimileri sanattaki güzelliğin doğadaki güzellikten üstün olduğunu, kimileri doğada güzelliğin var olduğunu, ancak, bunun sanatın gelişmesi ile fark edilebildiğini belirtmişlerdir. şimdi şu sorular sorulabilir: Doğada karşılaştığımız güzellik ile sanat eserlerindeki güzellikler birbirleriyle örtüşen güzellikler midir? Acaba doğada güzel olarak nitelediğimiz bir varlık, bir sanat eseri haline gelince, doğada güzel olduğu için yine güzelliğini sürdürür mü? Yine doğada çirkin diye nitelediğimiz bir varlık, sanat eseri haline gelince, bu yine çirkin olmakta devam eder mi? Doğada bulduğumuz güzellik ile sanatta bulduğumuz güzellik arasında bir örtüşme yoktur. Eğer olsaydı, doğada güzel bulduğumuz bir şeyin sanatta da zorunlu olarak güzel olması, yine doğada çirkin bulduğumuz bir şeyin de sanatta aynı şekilde çirkin olması gerekirdi. Ama, durum hiç de öyle değil, doğada çirkin olan sanatta güzel olabildiği gibi, doğada güzel olan sanata çirkin olabiliyor. Çünkü, her iki güzellik birbirinden farklıdır. Doğa güzelliğinde nesnelerin canlılığı, hareketi bir etken olduğu halde, sanat güzelliği nesnelerin form özelliğine dayanır Bunun için sanat güzelliği doğa güzelliğinin bir yansıması değildir. Çoğunda insan, sanat güzelliği ile eğitildikten sonra doğadaki güzelliği fark edebilir. Güzellik, bunu fark edende bir duyusal etkilenme oluşturabiliyorsa, doğada da sanatta da güzellik söz konusudur. Ancak, hem doğa hem sanat güzelliğini fark edebilmek için estetik bir duyum, bir tavır gereklidir. Delacroix (Delakrua) bunu şöyle belirtmiştir: ” Biz romantik olduktan sonradır ki, dağlar güzelleşti.”
ESTETİĞİN TEMEL SORULARINA YAKLAŞIMLAR
Estetik Yargıların Yapısı :
Bir sanat eseri hakkında verilen beğeniye ait yargılar estetik yargılardır. Estetik yargılar güzel ve çirkin kavramlarına dayanır. Bu nedenle estetik yargılara değer yargıları denir. Bu yargılar bilgi ve ahlâk yargılarından farklıdır.
Estetik yargıların özelliklerini şöyle sıralayabiliriz:
*Bilgisellik ve objektiflik yoktur. Yani doğrulanıp yanlışlanamaz.
*Sübjektif yargılardır. Zihin bütün insanlarda ortaktır. Beğeni ise kişilere göre değişir. Bu nedenle ” beğeniler üzerine tartışılamaz ” denir. Bunun sonucu olarak da, estetik yargılar öznel olmaları nedeniyle genel – geçer olamazlar.
*Kültürden kültüre değişebilen yargılardır. Ancak, estetik eğitimin yaygınlaşması ve insanlar arasındaki kültür farklılıklarının azalması, kişiler arasındaki estetik yargıların farklılığını en aza indirebilir.
Ortak Estetik Yargıların Olup Olmadığı :
Düşünürler tarafından estetik yargılar üzerine iki farklı görüş geliştirilmiştir. Bu görüşlerden biri ortak estetik yargıların olamayacağını, diğeri ise olabileceğini savunan görüşlerdir.
Ortak Estetik Yargıların Varlığını Reddedenler :
İnsanların estetik yargıları arasında bir uzlaşma olabilir mi? Birinin güzel dediğine bir başkasının da güzel demesini bekleyebilir miyiz? Bu konuda kimi düşünürler bunun mümkün olmadığını ileri sürer. Bunlardan biri B. Croce’dir. Croce’ye (Kroçe) göre, sanat eserleri üstüne verilen yargılar, ortak yargılar niteliğinde değildir. Çünkü, sanat eserleri sanatçının ruhunda bir an için meydana gelen bir ifadenin (güzelliğin) maddi görünüşleridir. Sanat adına ortaya konan her ifade tarzı bireysel bir nitelik taşır. Bu nedenle herkesin bu ifade biçimi karşısındaki değerlendirmesi farklı olabilir. Öyleyse ortak estetik yargı olamaz.
Ortak Estetik Yargıların Varlığını Kabul Edenler :
Estetik yargıların genel – geçerliğini temellendiren Kant olmuştur. Kant’a göre sanat eserinin en önemli özelliği insanlarda ortak bir duygu oluşturmasıdır. Sanat eserinde ortaya konan güzellik, her türlü çıkardan uzak haz duymayı sağlar. Bir şeyden haz duyan kişi, başkalarının da aynı duyguya varmasını ister. Ortak duygu, zorunlu bir estetik duygudur. Bu duygu ortak estetik yargıyı gerekli kılar. Kant sorunu metafizik bir ortak estetik duygu prensibine dayanarak çözmek istemiştir. Günümüzde felsefe ve psikolojide yapılan araştırmaların ortaya koyduğu sonuç şudur: Estetik yargılarda, beğeni yargılarında görülen sapmalar tümden ortadan kaldırılamaz. Ancak, toplumlar arasındaki kültür farklılıklarının ve kişiler arasındaki eğitim farklılıklarının azaltılmasıyla oldukça aza indirilebilir.
Ünite 8 – DİN FELSEFESİ
A.DİN FELSEFESİNİN KONUSU
Din felsefesi, dini konu edinen, dinin temellerini ve öğelerini ele alan, sorgulayan felsefe dalıdır. Başka bir deyişle din felsefesi, dinin felsefe açısından ele alınması, din hakkında düşünme ve açıklamadır. Din felsefesi dine ahlak ve sanat felsefelerinde olduğu gibi rasyonel, objektif ve eleştirel olarak yaklaşır.
Dine Felsefi Açıdan Yaklaşım:
Dine felsefi yaklaşım her şeyden önce din gerçeğini kabul eden ve anlamladırmaya çalışan bir yaklaşımdır. Dini dinin temel kavramlarını ve inançlarını değerlendirmek, din gerçeğine eleştirel bir gözle yaklaşmakla olur. Bunu da felsefe yapabilir.
Din felsefesi, dini tanımlamaya, açıklamaya ve anlamlandırmaya, dinsel kavramları ve davranış biçimlerini felsefi temeli üzerinde savunmaya ya da eleştirmeye, dinlerin kullandığı dili çözümlemeye yönelik felsefe araştırmalarından meydana gelir.
Teoloji İle Din Felsefesinin Farkı:
Teoloji (ilahiyat) de tıpkı din felsefesi gibi dini ve Tanrıyı konu alır. Teoloji, doğrudan doğruya inanca dayanır; inancın sınırları dışına çıkmaz. Teoloji açıklamalarında Tanrının gönderdiği kutsal kitaplara, peygamberlerin bildirdiklerine ve din alimlerinin yorumlarına dayanır.
* Teoloji dogmatik ve otoriteye dayalıdır, din felsefesi özgür düşünme, nesnel olma ve sorgulamayı temel alır.
* Teolojinin amacı inananların inançlarını güçlendirmektir, din felsefesi ise dinin ilkelerini sorgular kişilerin dindar olmalarına çalışmadığı gibi inançları sarsmaya da kalkışmaz.
* Teoloji belli bir dini ele alırken, din felsefesi genel olarak din ya da dinleri ele alır.
Dinin Felsefi Temellendirilmesi:
* Felsefe dini temellendirirken dine rasyonel açıdan bakmak zorundadır. Akla dayanmalıdır. Tutarlı olmalı çelişkilere düşmemelidir.
* Felsefe dini temellendirme çabasında nesnel olmak ve eleştirel bir tavır takınmak durumundadır.
* Felsefe dini temellendirirken, konuya olabildiğince geniş kapsamlı ve kuşatıcı bakışla yaklaşmalıdır.
* Din felsefesi nesnel olmak zorundadır. Nesnel olmak, dogru olana varmak amacıyla taraf tutmadan inceleme yapmak, yargıda bulunmak demektir.
B.DİN FELSEFESİNİN TEMEL KAVRAMLARI
Tanrı: Evrende var olan herşeyin yaratıcısı olduğuna ve tekliğine inanılan yüce varlık.
Mucize: Mucize, insan aklının ölçülerini aşan, doğa yasalarının dışına çıkın, düşünce ilkelerinde değil de, dini inanca dayanan bir oluştur.
Vahiy: Peygamberlere gelen ilahi ilham anlamına gelir. İlahi bir nitelik taşıyan ana düşünce, vahiy yoluyla peygamberlere bildirilir.
Peygamber: Peygamber, her dinde Tanrı’nın buyruğnu insanlara bildiren elçidir.
İman: Dinin ortaya koyduğu doğrulara inanmaya denir.
İbadet: Tanrının buyruklarını yerine getirmeye ibadet adı verilir.
Yüce: İncanca ölçüleri aşan, sınırlanamayan, önünde eğinilen üstün varlık anlamına gelir.
Kutsal: Din açısından saygıya değer olan, Tanrı ya da peygamberler tarafından kutsanmış olandır.
C.DİN FELSEFESİNİN TEMEL PROBLEMLERİ
1. Dinin Tanımları: dinler kaynaklarında bulunan Tanrıya göre tanımlarınlar, tek Tanrılı (monoteist) ve çok Tanrılı (politeist) söz edilmektedir.
2. Tanrının Varlığı Problemi: Din, Tanrının var olduğu inancına dayanır. Ban göre dinin temellendirilebilmesi için , Tanrının varlığının kanıtlanması gerekir. Din felsefesinin de temelinde Tanrının var oluşuyla ilgili kanıtlamalar bulunmaktadır. Tanrı var mıdır? Tanrının varlığını gösteren kanıtlar nelerdir?
3. Tanrının Temel Niteliklerinin Tanımlanması Problemi: Bu konuda Tanrının evrene aşkın ya da içkin olduğu şeklinde farklı yaklaşımlar görülür. Tanrı, bir olan, yaratılmamış olan, ezeli ve ebedi, her şeye gücü yeten, her şeyi bilen varlık olarak tanımlanır.
4. Vahyin İmkanı Problemi: İnsan ile Tanrı, iki ayrı kategoride varlıktırlar. İnsanın sonlu, ölümlü, bir yanıyla da maddi varlık olduğu yerde, Tanrı sonsuz, ölümsüz ve tümüyle manevi bilinen bir varlıktır. Bundan dolayı vahiy açıklamasına ihtiyaç duyulmaktadır.
5. Tanrıyla Evren Arasındaki İlişkinin Ne Olduğu Problemi: Tanrı doğaya aşkın bir varlıkmıdır yani doğaüstü bir varlık mıdır yoksa panteistlerin (tümTanrıcılar) söylediği gibi Tanrı evrenin içinde midir?
6. Evrenin Yaratılışı Problemi:Evren Yaratılmış Mıdır? Yoksa evren öncesiz ve sonrasız mıdır? Bazı görüşler Tanrı tarafından yaratıldığını söylerken bazıları ise yaratılmadığını ezeli ve ebedi olarak var olduğunu söylerler.
7. Ruhun Ölümsüzlüğü Problemi: insan ruhu acaba beden yok olup gittiği zaman ortadan kalkar mı yoksa başka bir yerde var olmaya devam eder mi? Bu konuda da diğerleri gibi iki görüş ortaya çıkmıştır.
D.TANRI’NIN VARLIĞINA İLİŞKİN BAZI YAKLAŞIMLAR
Tanrının varlığı konusunda üç temel yaklaşım bulunmaktadır.
1. Tanrının Varlığını Kabul Edenler: Tanrının varlığını kabul eden yaklaşımlar üç tanedir. Teizm, Deizm, Panteizm.
a) Teizm: Tanrıya inanma anlamına gelir, Tanrıya inanmama anlamına gelen Ataizm’e karşıdır. Teizm, Tanrının varlığını ve onun evrenin yaratıcısı, koruyucusu ve egemeni olduğunu kabul eden dini felsefedir. Teizme göre Tanrı öncesiz ve sonrasızdır. Dünyayla sürekli ilişki içindedir. Evrende olup biten her şey onun iradesinin ürünüdür. Tanrının varlığını akıl yoluyla kanıtlamak için kanıtlar ileri sürülmektedir bunlar;
* Ontoloji Kanıt: Kanıtın ontolojik olması Tanrının varlığından hareket edilmesinden kaynaklanmaktadır. İlk kez öne süren St. Anselmus’tur. Tanrı tasarlanabilen en yetkin (mükemmel) varlık olarak tanımlanır. Tanrı kendisinden daha büyük ve yetkin olan bir varlığın tasarlanamayacağı varlıktır. Yetkin bir varlık, var olmadığı takdirde yetkin olamaz. İşte bu anlaşıta, Tanrının var oluşu Tanrı tanımından zorunlu olarak çıkacaktır. Descartes de bu kanıtı kullanmıştır.
* Kozmolojik Kanıt: İlk neden kanıtı olarak da bilinen bu kanıt, aynı zamanda nedensellik ilkesine dayanır. Hiçbir şey nedensiz olamaz, var olan her şeye mutlak olarak, kendisinden önce gelen bir şey neden olmuştur. Kozmos (evren) de bu şekilde dir. Evrenin var olduğunu bildiğimize gir onu bu günkü durumuna bir dizi neden ve sonucun getirmiştir. Neden sonuç ilişkisindeki sonuç ilk nedenin Tanrı olduğudur.
* Düzen ve Amaç Kanıtı: Bu kanıt çevremizde doğal dünyaya baktığmızda, her şeyin kendi işlevini yerine getirecek şekilde, en ince ayrıntısına kadar düzenlenmiş ve ayarlanmış olduğunu göreceğimizi belirtir. İşte bu durum bir yaratıcının var oluşunu kanıtlar. Gözün yapısındaki düzen ve amaç bu kanıtı örneklendirir. Düzen ve amaç kendi kendine ortaya çıkmaz, belli amaca hizmet eder, irade sahibi Tanrı tarafından gerçekleştirilir.
* Ahlak Kanıtı: Tanrı olmasaydı her şey mübah ( sevap ya da günah olmayan) olurdu. İyi ve kötünün bir anlam ifade edebilmesi için karşılıklarının görülebilmesine bağlıdır. İyi ve kötünün karşılığının teminatı ise Tanrı’dır.
* Dini Tecrübe Kanıtı: Bir çok insan Tanrının varlığının kanıtı olarak iç duygularını ve sezgilerine başvurmaktadır. Tasavvufta da Mevlana, Yunus Emre gibi düşünürler bu gruba girerler. Tanrıyı ispat etmeye gerek yoktur. O zaten sezgiyle kavranabilir.
b) Deizm: Deizm, Tanrının varlığına inanmakla birlikte Tanrının evrenden aşkın (transandantal) olduğunu, evrenin dışında olduğunu, bir kez yaratıp sonradan evrene müdahale etmediğini savunur. Deizm iki temel ilkeye dayanır.
* Varlığı akılla bilinen Tanrı anlayışı
* Evrenin yaratıldıktan sonra kendi yasalarına göre işleyişi
Deizm dine akılcı açıdan yaklaşmıştır. Mucizelere karşıdır. Batıl inançlara ve dogmalara itiraz eder. Locke, Rousseau ve Voltaire bu görüşün savunucularıdır.
c) Panteizm: Panteizim, Tanrı ile evreni bir kılan, her şeyi Tanrı olarak gören felsefi öğretidir. Tanrı evrenden ayrı değildir, tam tersine evren ile bir ve aynıdır. Tanrının doğanın dışında olması mümkün değildir. Tanrı evren ile özdeştir. En önemli temsilcisi Spinozadır. İlk panteist filozof ise Xenofanes’tir.
2. Tanrının Varlığını Reddedenler:
Tanrının varlığını reddeden görüşlere ateizm, kişilere de ateist adı verilir. Ateizm “Tanrıtanımazlık” olarak dilimize çevrilmiştir. Genel anlamda dini inançsızlığı ve tüm dinlere karşı olmayı ifade eder. Din felsefesinde ateizm evreni yine evrene dayanarak açıkladığından Tanrı ya da doğal güç diye birşeyi mümkün kabul etmez. Ateizmin felsefi temeli Materyalizmdir. Tanrının var olmadığını savunan kanıtlar bulmaya çalışır. Bunlar:
* Kötülük Kanıtı: İçinde yaşadığımız dünyada kötü olarak nitelediğimiz oluşumlar vardır. Savaşlar, hastalıklar, depremler, açlık vb… Ateist bu noktada kötülüğün karşısında nasıl olup da mutlak iyi olan bir Tanrıdan bahsedileceğini sorar. Olsaydı bu kötülüklere karşı çıkardı der. Ateizmin karşısındaki filozoflar bu kanıta “Bu dünyada kötülüğün var oluşu, daha yüksek ahlaki iyiliklere yol açtığı için haklı kılınabilir. Buna göre eğer yoksulluk olmasa, yoksullara yardım etme gibi ahlaki bakımdan iyi olan eylemler temelsiz kalırlar. Savaşlar, işkence ve toplu kıyımlar vardır ama, kahramanlar, azizler ancak bunlar sayesinde ortaya çıkar.
* Ahlaki gerekçeler Kanıtı: Bu çerçevede içinde değerlendirmemiz gereken iki düşünür vardır. Nietzsche ve Sartre. İki düşünür de felsefelerinde ahlakı ön plana çıkarmışlardır. Ahlak söz konusu olduğun da ise, insanın Tanrı tarafından önceden belirlenmiş bir özü bulunmadığını, insanın özünü kendisinin yarattığını savunmuşlardır.
Sartre’a göre evrende kendi kendini yaratan tek varlık insandır. Her nesnenin bir özü, bir varlığı bir de varoluşu vardır. Ona göre yalnız insanda varoluş özden önce gelir. İnsan önce vardır, sonra şöyle ya da böyle olur. Çünkü özünü kendisi yaratır. (Varoluşculuk – Egzistansiyalizm)
Nietzsche’ye göre insan gücünün bir değeri olacaksa, insan için bir özgürlük ve ahlaktan söz edilebilecekse, soncuzca güce sahip olan bir varlığın var olması gerekir. İnsanın kendisini özgürce yaratabilmesi için Tanrıdan vazgeçmek gerektiğini söyler.
3. Tanrının Varlığının Bilinemeyeceğini Ya da Yokluğunun Bilinemeyeceğini Öne Süren
Tanrıya ilişkin bilgiye sahip olunamayacağını, dolayısıyla Tanrı’nın var olduğunun da var olmadığının da kanıtlanamayacağını savunan öğretiye felsefe de agnostisizm (bilinemezlik) adı verilir. Tanrının var olduğunun ya da olmadığının ilke olarak bilinemeyeceğini öne süren bir görüştür. Bu görüşü ilk olarak Sofist Protogoras vermiştir.
 
Kaynak: www.englishpage.blogcu.comizni ile alınmıştır

CEVAP VER
Lütfen yazınızı giriniz.
Lütfen adınızı buraya giriniz.