LİSE TÜRK DİLİ EDEBİYATI DERSİ TANZİMAT DÖNEMİ TÜRK EDEBİYATI HAKKINDA DETAYLI BİLGİ VE KONU ANLATIMI, TANZİMAT EDEBİYATININ GENEL ÖZELLİKLERİ, İBRAHİM ŞİNASİ EFENDİ, NAMIK KEMAL, ALİ SUAVİ, ZİYA PAŞA, AHMET MİTHAT EFENDİ, MUALLİM NACİ

TANZİMAT DÖNEMİ TÜRK EDEBİYATI
TANZİMAT EDEBİYATININ GENEL ÖZELLİKLERİ
Üçüncü Selim’den itibaren başlayan yenileşme hareketleri genellikle askeri alanda olmuştur. Nitekim Osmanlı devletinin Avrupa devletleri karşısındaki yenilgiler hep askeri yenileşmenin gerekli olduğu fikrini doğurmuştur. Ancak askeri alanda dahi yapılan yenileşmelerde o dönemin önemli bir kurumu olan Yeniçeri Ocağı birçoğuna şiddetle karşı çıkmıştır. Dolayısıyla yapılan yenileşmeler genellikle padişahların hayatları ile sınırlı kalmıştır. Sanatta, edebiyatta, mimaride, sosyal yaşamda veya devlet düzeninde herhangi bir değişim ve yenileşme gerçekleşmemiştir. 1824 yılında Vakay-ı Hayriye olayı Yeniçeri Ocağını kaldıran 2. Mahmut yenileşmenin önündeki en büyük engeli de aşmış oldu. İkinci Mahmut askeri ıslahatların yanında yavaş yavaş sosyal hayatta yenileşmenin temellerini attı. Nitekim posta teşkilatı, itfaiye teşkilatı, polis teşkilatı gibi yeni kurumların kurulmasının yanında İbrahim Müteferrika’nın İstanbul’a matbaayı getirmesiyle edebiyat alanında da yeni bir çığır açılmış oldu. 1831 yılında yayın hayatına giren Takvim-i Vakayı gazetesi bu dönem yayın hayatında bir yenilikti. Sosyal alandaki bu değişimle beraber Osmanlı devleti önemli bir mesele olan Mısır meselesiyle uğraşmak zorunda kaldı. Kavalalı Mehmet Ali Paşa Fransızların da yardımıyla Mısır’da önemli yenileşmeler ve gelişmeler gerçekleştirdikten sonra Osmanlı hanedanlığına bayrak açtı. Mısır valisinin isyanını bir türlü bertaraf edemeyen 2. Mahmut Rusya, İngiltere ve Fransa’dan yardım istemek zorunda kaldı. Bu mesele Avrupalı devletler tarafından halledildi. Ancak Osmanlı devletinin güçsüzlüğü ve çaresizliği bir bakıma tescil edilmiş oldu. Avrupa devletleri zaten sık sık azınlıkları bahane ederek Osmanlı’nın iç işlerine karışmayı alışkanlık haline getirmişlerdi. Bu olaydan sonra Avrupa devletleri Osmanlı devletini iyice ablukaya aldı. Bu baskı sonucunda 2. Mahmut döneminde Mustafa Reşit Paşa tarafından hazırlanan Tanzimat Fermanı 1839 yılında Abdulaziz döneminde ilan edildi. Bu ferman ilk görünüşte bir yenilik olmuş olsa da aslında perde arkasında azınlıklara büyük ayrıcalıklar veren bir fermandır. www.teknolojiweb.net
Tanzimat Fermanının ilanından sonra Mustafa Reşit Paşa’nın öncülüğünde hemen hemen bütün kurumlarda bir batılılaşma başlamıştır. Özellikle Fransız hayranlığı bu dönemde bir hayli artmıştır. Yeni bir nesil oluşturmaya çalışan Mustafa Reşit Paşa Babıâli’de kalemler ve tercüme odaları kurdu. Bu kalemler ve Tercüme odaları gençlerin Avrupa’ya açılan kapıları haline geldi. Yenilikçi bir gençlik yetiştirmek üzere 1846 yılında Encuman-ı Daniş kurulur. Bu akademi Fransız eğitimi örnek alınarak kurulmuştur. Okullarda okutulacak derslerin yazımı ile okulların öğretmen ihtiyacı buradan karşılanır. Böylece Avrupa kültürü ile yetişmiş bir eğitim nesli doğmaya başlamıştır.
1860 yılında İbrahim Şinasi Efendi’nin Tercuman-ı Ahval gazetesini çıkarmasıyla edebiyatın hem fikri hem de şekli değişime uğramıştır. Gazetenin ilk sayısına bir önsöz yazan Şinasi yeni edebiyatın da asıl çizgisini belirlemiştir. Bu yeni edebiyat ortaya çıktığı dönem itibariyle Tanzimat Edebiyatı olarak adlandırdı.
Tanzimat edebiyatını iki dönemde incelemek mümkündür. Birinci dönem şair ve yazarların genel özelliklerini öyle sıralayabiliriz.
– Sanat toplum içindir  görüşü benimsenmiştir. Bu doğrultuda eserler verilmiştir.
– Dilde sadeleşmeyi, ölçüde heceyi savundular; ancak bu görüşlerini uygulayamadılar.
– Fransız edebiyatını örnek aldılar. Özellikle romantiklerin veremli olma, hastalıklı oluş, duygusal konularını kullandılar.
– Divan edebiyatını eleştirdiler. Halk edebiyatını savundular; ama uygulayamadılar.
– Edebiyatı fikirlerini aktarmak için bir araç olarak kullandılar.
– Tiyatro, roman, hikâye, makale ve eleştiri gibi yazı türleri bu dönemde edebiyatımıza girmiştir.
– Noktalama işaretleri ilk defa bu dönemde kullanılmıştır.
– Bu dönem sanatçıları, edebiyatın yanında siyasetle de ilgilenmiştir. Hatta bu dönemin edebiyatçılarından bir çoğu devletin önemli kademelerinde memurluk yapmıştır.
– Bu dönemin şair ve yazarları; İbrahim Şinasi Efendi, Namık Kemal, Ziya Paşa, Ahmet Mithat Efendi, Şemsettin Sami, Ahmet Vefik Paşa ve Ali Suavi’dir.
– Şiirde estetik güzellik değil içeriği ön plana çıkardılar.
– Divan şiirindeki parça güzelliği yerine konu birliğine ve bütün güzelliğine önem verilmiştir.
– Divan şiirinde bulunmayan vatan, millet hak, hukuk, hürriyet ve meşrutiyet gibi kavramları şiire taşıdılar.
– Eski nazım şekilleriyle yeni kavram ve duyguları işlediler. www.teknolojiweb.net
– Romanlarda esaret konusu sıkça ele alınır.
– Roman ve hikâyelerde yanlış evlilikler, görmeden evlilik, yanlış batılılaşma, yasak aşklar ve evlilik dışı ilişkiler sıkça işlenir.
– Roman ve hikâyelerde romantizmin etkisi açıkça görülür.
– Romanların kuruluşunda rastlantılara sıkça yer verilir. (A. Mithat – Esaret, Şemsettin Sami – Taaşşuk-u Talat ve Fıtnat)
– Romanlarda olağanüstü kişiler ve olaylar görülür. (Namık Kemal – Cezmi, Ahmet Mithat – Dürdane Hanım)
– Romanlarda gerçek bir tasvir yapılmamıştır. Tasvirler genellikle romanın süslemek için yapılmıştır. (Namık Kemal –İntibah)
– Romanlarda kişiler genellikle tek boyutludur. Kötü bütünüyle kötü, iyiler bütünüyle iyidir. (Namık Kemal-İntibah, Ahmet Mithat-Dünyaya ikinci geliş)
– Romanlarda yazar kişiliğini gizlememiştir. Romanın çeşitli yerlerinde olaylara ve kişilere karışır. Hatta çoğu zaman olayın kışını keserek ahlak dersi verir. (Ahmet Mithat Efendi- Felatün Beyle Rakım Efendi)
– Romanlarda kullanılan dil konuşma diline yakın bir çizgidedir. Özellikle Ahmet Mithat halk diline iyice yaklaşmıştır.
– Tanzimat tiyatrosu toplumsal konularda ders vere olayları işler www.teknolojiweb.net
– Tiyatro eğlence aracı olarak görülmektedir.
– Tiyatroda genellikle komedi, trajedi ve dram türleri kullanılmıştır.
– Tiyatroların tekniği zayıftır.
– Tiyatrolarda romanda olduğu gibi aile, vatan gibi duygular ele alınır.
İBRAHİM ŞİNASİ EFENDİ (1826 – 1871) HAKKINDA BİLGİ
1826 yılında Cihangir’de dünyaya gelmiştir. Annesi Esma Hanım babası ise Bolulu Mehmet Ağa adında topçu bir yüzbaşıdır. Şinasi babasını küçük yaşta Şumnu kuşatmasında kaybetmiştir. Dolayısıyla akrabalarının yardımıyla büyümüştür. İlköğrenimini mahallesinde bitirdikten sonra Tophane mektebinde tahsiline devam etti. Mezun olduktan sonra da Tophane kalemine memur olarak girdi. Kalem mensuplarından İbrahim Efendiden Arapça ve Farsça yazı yazma usullerini öğrendi. Fransız topçu uzman Reşit Bey’den Fransızca öğrendi. Tophane Kalemindeki başarılarıyla kısa sürede Tophane müsteşarı Ziver Bey’in takdirini kazandı. Fransa’ya eğitim almak için Ziver Bey’inde yardımıyla Reşit Paşa’ya mektup gönderdi. Reşit Paşa Şinasi’nin Paris’e gitmesini uygun gördü. 1850 yılında maliye eğitimi almak üzere devlet eliyle yurt dışına giden ilk öğrenci oldu. Fransa’da beş yılan kalan Şinasi Fransız edebiyatını yakından tanıma fırsatı buldu. Özellikle Lamartin ile tanışması Şinasi’nin edebi çehresini değiştirdi. Fransa’da kısa sürede tanındı. Hatta yazar ve şairlerin derneğine üye seçildi. Bu dönemde Ernest Renan ile tanıştı. Hangi yıl Paris’ten döndüğü kesin olmamakla beraber 1855 yıllarında döndüğünü söyleyebiliriz. İstanbul’a döndükten sonra Meclis-i Maarif üyeliğine atandı. Ancak Ali ve Fuat Paşalar Şinasi’yi kendi rakipleri gördükleri için Mustafa Reşit Paşa’nın iktidarda bulunmadığı dönemlerde Şinasi’yi görevden attırmak için her türlü iftira ve engellemeyi yapıyorlardı. 1858 yılında Mustafa Reşit Paşanın ölümünden sonra Şinasi kendisini tamamen edebi çalışmalara vermiştir. Tercüme-i Manzume ve Şair Evlenmesi oyununu bu dönemde yazmıştır.
1860’da Agah Efendi ile beraber sahibi Türk ilk gazete olan Tercüman-ı Ahval gazetesini çıkardı. Ancak gazetenin 24. sayısında Şinasi Agah Efendi ile anlaşamayarak gazeteden ayrıldı. 1862 yılında tek başına Tasvir-i fkar gazetesini çıkardı. Hafta iki kez yayınlanan gazete 1868 yılından sonra haftada beş kere yayınlanmaya başladı. Müntahabat-ı Eşar, Durub-i Emsal-i Osmaniye eserlerini bu gazetede tefrika etti. Bunun dışında Yusuf Kamil Paşa’nın Telamak çevirisini, Ahmet Vefik Paşa’nın Hikmet-i Tarih ve Şecere-i Türki eserleri de bu gazetede yayınlandı. Ayrıca Tasvir-i Efkar gazetesinin baş yazarı Şinasi ile Ceride-i Havadis gazetesinin baş yazarı Mehmet Sait Efendi arasında cereyan eden “Mesele-i Mebhusetü Anha” adlı tartışma Türk edebiyatında tenkit türünün gelişmesinde önemli katkıları olmuştur. 1863 yılının sonlarına doğru Tasvir-i Efkâr gazetesinde Abdulaziz dönemini eleştiren Şinasi hükümet tarafından Meclis-i Maarif üyeliğinden atıldı.
1865’te Şinasi adının Ali Paşa’ya düzenlenen bir suikasta karışması sonucu Tasvir-i Efkar gazetesini Namık Kemal’e bırakarak Paris’e gitti. Bu gidişinde Şinasi kendisini tamamen ilmi çalışmalara vermiştir. Fransız lügatçilerle dostluk kurarak bir lügat yazmaya başlamış ancak tamamlayamamıştır. Yeni Osmanlılar derneğinin üye olma baskıları neticesinde 1869 yılında İstanbul’a kesin dönüş yapar. Bu devrede eşini boşamış ve yalnız kalmıştır. Babıali’de kiraladığı bir evin alt katına matbaa kurarak yayıncılık çalışmaları yapmaya başladı. Hastalanınca Mustafa Fazıl Paşa’dan destek görmüştür. 1871 yılında başında çıkan bir ur yüzünden hayatını kaybetti.
 Tanzimat edebiyatının fikir babası yenileşmenin önderi Şinasi hayatı boyunca hem edebi alanda hem de sosyal hayatta yeni duyuşların ve düşüncelerin önderi olmuştur. Tercüman-ı Ahval gazetesinin ilk sayısında yayınladığı Tercüman-ı Ahval Mukaddimesi ile Tanzimat edebiyatının sınırlarını çizmiştir. Halktan kopuk olan Divan edebiyatının dilini eleştirmiş, sade ve anlaşılır bir dilin önderliğini yapmıştır. Şinasi düşünse sistemini akıl ve mantığa dayandırmıştır. Heyecan lirizm veya romantizm Şinasi’de aranacak en son özelliklerdir.  Edebiyatı toplumu aydınlatan bir araç olarak kullanır. Eski geleneklere yüzünü kapatıp yönünü tamamen Batı’ya çevirmiştir. Tiyatro, gazete, makale ve tenkit türünü Türk edebiyatına sokan Şinasi’dir. Sade süssüz açık ve kısa cümle geleneği Şinasi ile başlar. Yine Divan edebiyatında sıkça kullanılan bağlaçları terk eden de Şinasi’dir.  İlk özel gazeteyi çıkararak bir bakıma Tanzimat edebiyatının da başlangıcını yapmıştır. Gazeteden sonra Türk gençliğinin düşünce sistemi tamamen değişmiş, pozitivizm ve realite ön plana çıkmıştır. Şinasi şiirlerinde nesirdeki başarısını gösterememiştir. Şiirlerinin düşünceye ve öğretmeye yönelik olması sanatını donuk kılmıştır. Ancak yine de kullandığı dil ve şiirde geleneğin aksine güncel temaları işlemesi bakımından şiire yeni bir anlayış kazandırmıştır. Fransız edebiyatından çeviri yaptığı fabllar Türk edebiyatında bir yeniliktir.
Eserleri:
Şair Evlenmesi: Eldeki bilgilere göre bir Tür yazarın yazdığı Vakayı-ı Acibe ve Havadis-i Garibe-i Kefşger Ahmed (Papuşçu Ahmet’in Maceraları)  adlı üç perdeli oyunla, Hayrullah Efendi’nin Hikaye-i İbrahim Paşa be-İbrahim-i Gülşeni adındaki tragedyasından sonra Türk edebiyatında kitap olarak basılan ilk tiyatro oyunu Şair Evlenmesi’dir. Eser tamamen orta oyunu tekniği ile 1860 yılında yazılmıştır. Bir Töre Komedyası özelliği taşıyan “Şair Evlenmesi”, görücü usulüyle evliliğin sakıncalarını konu almaktadır. Batılı tutum ve davranışı, kılık ve kıyafetiyle pek sevilmeyen, eğitimli olmasına rağmen saf bir yapıya sahip Şair Müştak Bey, sevdiği Kumru Hanım’la, kılavuz ve yenge hanımlar aracılığıyla evlenmiştir. Nikah sonrasında kendisiyle evlendirilen kişinin, Kumru Hanım’ın çirkin ve yaşlı ablası Sakine Hanım olduğunu görünce önce bayılır sonra itiraz eder. Mahallelinin de işe karışmasıyla başına gelenleri kabul etme mecburiyetinde kalan Müştak Bey’in imdadına arkadaşı Hikmet Bey yetişir. Hikmet Bey’in mahalle imamına verdiği rüşvetle olay çözülür, yapılan hile sonuçsuz kalır.
Tercüme – i Manzume: 1859 yılında basılan bu eser Fransız şairlerinden çevrilen 100 dize civarındaki şiirlerden oluşmaktadır. Şinasi bu çevirilerde asıl metne bağlı kalmıştır. Değiştirdiği metinleri işaretleme yoluna gitmiştir. Türk edebiyatında ilk olan bu çevirilerde göze çarpan olay biçim özgürlüğünde yapılan ilk adım olmasıdır. Eserde Racina, Athalie, La Fontaine, Gilbert, Fenelon ve Lamartin’den seçilmiş dizeler yer almaktadır.
Müntahabat-ı Eşar: 1862 yılında basılan bu eserde Şinasi yazdığı kasideleri, gazelleri, şarkıları, methiyeleri, müfretleri ve mesnevileri toplamıştır. Eserde ayrıca mizahi ve hicvi şiirler de vardır. Eser dokuz bölümden oluşmaktadır.
Durub-i Emsal-i Osmaniye: Eser 1852’de bastırılmıştır. Eserde 1500 civarında atasözü ve 300 civarında vecizeli söz bulunmaktadır. Daha sonraları üçüncü baskısını yapan Ebuzziya Tevfik atasözü sayısını 4004’e çıkarmıştır.
Müntahabat-ı Tasvir-i Efkar Siyasat: Şinasi’nin Tercuman-ı Ahval ve Tasvir-i Efkar gazetelerinde kaleme aldığı siyasi yazılarının toplandığı eserdir. Eser Ebuzziya Tevfik tarafından 1885 yılında basılmıştır.
Mübahasat-ı Edebiye ve Mesele-i Anha: Şinasi ile Mehmet Sait Efendi arasında geçen ve tarihe Mesele-i Mebhusatü Anha adıyla geçen edebi tartışmaları 1885 yılında Ebuzziya Tevfik kitap halinde yayımlamıştır.
NAMIK KEMAL (1840 – 1888)  HAYATI VE ESERLERİ HAKKINDA BİLGİ
Namık Kemal 1840 yılında Tekirdağ’da doğdu. Mustafa Asım Beyin oğludur. Sekiz yaşında annesini kaybeder. Bu yüzden çocukluk ve gençlik dönemleri dedesi Abdullatif Paşanın yanında geçmiştir. Daha küçük yaşta dedesi ile İstanbul’a gelir. Burada kısa bir süre Beyazıt Rüştiyesine devam eder. Dedesinin Afyona kaymakamlığına atanması nedeniyle Namık Kemal de buraya gider. Burada tam iki buçuk yıl kalır. Ardından dedesinin Kıbrıs ve Lazistan mutasarrıflığına atanmasıyla Namık Kemal de buralara gider. Abdullatif Paşa’nın 1853 yılında Kars kaymakamlığına atanması Namık Kemal’in hayatında önemli bir yere sahiptir. Namık Kemal Kars’ta okula devam etmez. Bu devrede Vaizzade Mehmet Hamit Efendi’den tasavvuf ve edebiyat dersleri alır. Ayrıca Kara Veli Ağa’dan binicilik, silahşorluk ve savaş tekniklerini öğrendi. Bu bilgileri Namık Kemal, daha sonra yazacağı Cezmi romanında kullanmıştır. Namık Kemal Kars’ta bir buçuk yıl kaldıktan sonra dedesinin görevden alınmasıyla on üç yaşında İstanbul’a geri döndü. Ancak dedesinin 1854 yılında Sofya kaymakamlığına atanmasıyla Namık Kemal de Sofya’ya gitti.
Sofya Namık Kemal’in edebi hayatının olgunlaştığı yerdir. Namık Kemal burada Batı medeniyetine dair ilk izlenimlerini oluşturmuştur. Burada kendi gayretleriyle Divan edebiyatını anlamaya çalıştı. Arapça öğrendi. On dört yaşında Sofya’da şiirler yazmaya başlayan Namık Kemal On altı yaşında iken Niş kadısı Mustafa Ragıp Efendi’nin kızı Nesime Hanım’la evlendi. Bu evlilikten Feride, Ulviye ve Ali Ekrem adında üç çocuğu oldu.
1858 yılında Namık Kemal İstanbul’a döndü. Bu devrede devrin bilginlerinden tasavvuf, hadis, fıkıh ve tasavvuf dersleri aldı. Arap ve Fars edebiyatını öğrenmeye çalıştı. Bu arada Babıâli’de Tercüme Odasına kâtip memuru olarak girerek geçimini sağladı. Tercüme Odası kâtiplerinden Mehmet Mansur Efendi’den Fransızca öğrenmeye başladı. Böylece Avrupa medeniyetine ve yenilikçi anlayışa dair ilk tecrübelerini kazanır. Bir yandan Avrupa edebiyatından yeni tercümeleri okurken bir yandan da Divan şairlerinin bir araya toplandığı Encüman-ı Şuara’ya devam etti. Encuman-ı Şuara Hersekli Arif Hikmet Efendi, Osman Şems Efendi, Leskofçalı Şeyh Galip, Kazım Paşa, Yenişehirli Avni ve Ziya Paşa gibi eski geleneği sürdüren şairlerin haftanın bir günü Hersekli Arif Hikmet Efendi’nin evinde toplanarak Divan şiirini icra ettikleri bir topluluktur. Namık Kemal Ziya Paşa sayesinde bu topluluğa devam etmiş ve kısa sürede Divan şairleri arasında yıldızı parlamıştır. 22 yaşlarında bir Divan yazarak kısa sürede Divan şairleri arasında şöhret kazanmıştır.
1859 yılında Kani Paşa’nın yardımıyla Gümrük Kalemi’ne memur oldu. Bu devrede Namık Kemal Şinasi ile tanışır.(1862) Artık Namık Kemal yeni bir hayat felsefesinin kapılarını aralamıştır. Şinasi’yle tanıştıktan sonra Namık Kemal Batı’yı kavramaya başladı. Artık Divan geleneğinden yavaş yavaş koparak nesre, tarihe ve hukuka yöneldi. 1863 yılında tekrar Tercüme Odasına memur oldu. Bu devrede Voltaire ve Montesguieu’yu okur. Şinasi’nin çıkardığı Tasvir-i Efkar gazetesinde kısa makale ve fıkralar yazan Namık Kemal kısa sürede yenilikçiler tarafından da tanındı. Zaten bu devrede Namık Kemal’de artık yenilikçilerin safına geçmiştir.
1865 yılında Şinasi Paris’e giderken Tasvir-i Efkar gazetesini Namık Kemal’e bırakmıştır. Namık Kemal gazetenin çehresini tamamen değiştirerek gazeteyi politik ve siyasi bir alana kaydırmıştır. Bu nedenle gazete hükümet tarafından sıkça yaptırımlara maruz kalmıştır. Namık Kemal 1867’de Ziya Paşa ve Ali Suavi ile birlikte hükümetin baskıları sonucu Paris’e kaçtı. Mustafa Fazıl Paşa bu üç yenilikçiyi ekonomik olarak destekledi. Bu üç muharrir burada Muhbir gazetesini çıkardılar. Ayrıca Avrupa’da teşkilatlanan Genç Osmanlılar derneğine (Jön Türkler) üye oldular. Sultan Abdulaziz’in Paris ziyareti üzerine Fransız hükümeti tarafından Jön Türkler dağıtıldı.  Namık Kemal, Ziya Paşa ile birlikte Londra’ya geçtiler. Burada Hürriyet gazetesini çıkardılar. Ancak bu birliktelik fazla sürmedi. Namık Kemal gazeteyi bırakarak 1870 yılında İstanbul’a geri döndü. Bu dönüş Namık Kemal’in hem edebi hem de siyasi hayatında önemli olmuştur. Bir yandan Diyojen gazetesinde kısa fıkralar yazan Namık Kemal bir yandan da İbret gazetesinde makaleler yazıyordu. İbret gazetesinde yazdığı “Garaz Marazdır” adlı yazısı nedeniyle 1872 yılında Gelibolu kaymakamlığına tayin edildi. Bu sürgünde Vatan Yahut Silistre ve Evrak-ı Perişan adlı eserlerini tamamlar. Yine Reji adlı makalesi yüzünden hakkında soruşturma açıldı.
1873 yılında Gedikpaşa tiyatrosunda Vatan Yahut Silistre oyunu sergilendi. Oyunu izleyen halk sokaklara taştı. Bunun üzerine hükümet panikleyerek Namık Kemal’i tutukladı. Daha sonra da Magosa’ya sürgün ettiler. Namık Kemal Magosa’da otuz altı ay kaldı. Eserlerinin büyük bir kısmını burada yazdı.
1876 yılında 5. Murat’ın tahta geçmesiyle genel aftan yararlanan Namık Kemal İstanbul’a geldi. 2. Abdulhamit’in tahta geçmesiyle Namık Kemal’e Kanuni Esasiye’yi hazırlama görevi verildi. Ayrıca Namık Kemal Danıştay üyeliğine getirildi. Ancak bir toplantıda sarf ettiği sözlerden dolayı İstanbul’dan uzaklaştırıldı. Yine asayişi çiğnediği gerekçesiyle Midilli kaymakamlığına sürgün edilir. Burada yazdığı Celaleddin Harzemşah adlı oyunu ile padişah tarafından Nişan-ı Osmaniye ile ödüllendirilir. Bu adada İslam – Hıristiyan çatışmasını körüklediği gerekçesiyle 1884 yılında Rodos kaymakamlığına tayin edildi. İngilizlerin ve Yunanlıların şikâyeti üzerine 1887 yılında Sakız adası kaymakamlığına atandı. 1888 yılında bu adada vefat etti.
Namık Kemal Türk edebiyatında “Vatan Şairi” olarak tanınır. Eski Divan geleneği ile yetişen Namık Kemal 1862 yılında tanıştığı Şinasi ile hem edebi hemde siyasi görüşleri değişmiştir. İlk dönemlerinde İslamcılık fikrine bağlı olan Namık Kemal daha sonra Osmancılık fikrinde karar kılmıştır. Tanzimat edebiyatının adıyla özdeşleşen Namık Kemal hem verdiği eserler hem de düşünceleriyle kendisinden sonrakilere örnek olmuştur. İlk romanı yazan, ilk tarihi romanı işleyen ve ilk tenkit eserini veren O’dur. Yahya Kemal’in deyimiyle Namık Kemal bir Meydan adamıdır. Hayatının sonuna kadar mücadele etmiştir. Eserlerinde de bu mücadele ruhunu görmek mümkündür. Osmanlı kalmak şartıyla Batılılaşmaya karşı değildir. O, Batının yanlış algılanmasına karşıdır. Divan kültürü ile yoğrulan Namık Kemal Şinasi ile tanıştıktan sonra her ne kadar yenilikçilerin safında olsa da eskiden bir türlü kurtulamamıştır. Örneğin dilin sadeleşmesini savunmasına rağmen Arapça ve Farsça’yı dilimizin zenginlik kaynağı olarak görür. Aynı anlayış şiirinde de vardır. O yüzden Namık Kemal hayatı boyunca Eski ile Yeni arasında kalmıştır.
Edebiyatı dil meselesi olarak gören Namık Kemal eski edebiyatın ağır diline şiddetle hücum eder. Özellikle nesirdeki kapalı söyleşi sık sık eleştirmiştir. Şiirde diğer Tanzimat şairleri gibi Namık Kemal de batı etkisiyle aşk ve tasavvuf konularından sıyrılarak vatan, hürriyet, medeniyet, hukuk ve sosyal konuları işler. Şiirleri şekil olarak eski ancak duygu yönüyle yenidir. Şiirlerinde beyit güzelliğini terk ederek bütün güzelliğine ulaşmıştır. Kapalı ve şairane söyleyişlerin dışına çıkarak somut ve açık bir üslup kullanmıştır. Şiirlerini genellikle aruzla yazmakla beraber heceyle de şiir denemesi yapmıştır.
Namık Kemal Tanzimat edebiyatının önde gelen romancılarındandır. Romantizmin etkisiyle yazdığı iki romanı roman tekniği bakımından yetersiz olsa da ilk olmaları açısından önemlidir. Cezmi romanı ilk tarihi roman; İntibah romanı ise ilk romandır. Her iki romanda da tasvirleri realisttir. Diğer Tanzimatçılar gibi Namık Kemal de romanın akışını kesip ahlak dersleri verir. Kahramanlar tek boyutludur. Üslubu özentili ve sanatkâranedir.
Namık Kemal tiyatroyu bir eğlence olarak kabul eder. Ancak tiyatronun insanları etkileyici gücünü görerek tiyatroda sosyal meseleleri işlemiştir. Romanlarında olduğu gibi tiyatro oyunlarında da romantizmin etkilerini görmek mümkündür.  Tiyatroda konuşma dilinin uygulanması gerektiğini söyler. Ayrıca tercüme yoluyla sahne tekniğinin geliştirilebileceğini öne sürer.
Namık Kemal hemen hemen bütün türlerde eser veren ve Tanzimat’ın yetiştirdiği önemli bir muharrirdir. Tasvir-i Efkâr gazetesiyle başlayan gazete hayatı İbret, Hürriyet, Ulum, Mirat, Basiret, Diyojen, Hadika, İttihat, Sadakat, Vakit, Muharrir ve Mecmua-i Ebuzziya gazetelerinde yazılar yazmıştır. Hürriyet, İbret ve Tasvir-i Efkar gazetelerinde fiilen çalışmış ve bu gazetelerde siyasi bir mücadele tarzını benimsemiştir.
ESERLERİ:
Şiirleri: Namık Kemal’in el yazması bir divanı vardır. Şinasi ile tanıştıktan sonra yazdığı şiirleri kitap haline getirmemiştir. Bu şiirler Namık Kemal’in ölümünden sonra Namık Kemal’in Hayatı ve Şiirleri adıyla basılmıştır.
Romanları:
1. İntibah: Eserin kahramanı Ali Bey, Mahpeyker adında hafif meşrep namuslu olmayan bir kadınla evlenir. Annesinin bütün ısrarlarına rağmen Ali Bey bu kadından kopamaz. Ali Beyin annesinin bulduğu temiz ahlaklı ve namuslu Dilaşup da Ali Beyi bu kadından koparamaz. Ancak Ali Bey zamanla Mahpeyker’in çirkin yaşamını görerek ondan uzaklaşmaya başlar. Bu durumu hisseden Mahpeyker Dilaşup’u öldürtür. Ali Bey’den de intikam almak isteyen Mahpeyker kendi tuzağına düşer ve Dilaşup’u öldüren adamlar tarafından öldürülür. Ali Bey ise hapiste ölür. Eserde kötü kadınların bir aileyi nasıl yok ettiğini anlatmaktadır. Ali Beyin son pişmanlığı fayda etmemiştir. Eserde Çamlıca’nın tasviri önemlidir.
2. Cezmi: Eserin kahramanı 17. yy yaşamış bir kahramandır. Eserdeki olaylar 3. Murat dönemindeki Osmanlı- İran savaşları sırasında geçer. Cezmi çeşitli savaşlarda Adil Giray ile tanışır. Adil Giray bir savaşta İran’a esir düşer ve Tebriz’e götürülür. Orada Şahın kız kardeşi ile tanışan Adil Giray gizli bir aşk yaşarlar. Şahın karısı Şehriyar da Adil Giray’ı tek taraflı sever. Bu arada Cezmi Adil Giray’ı kurtarmak için kılık değiştirerek Tebriz’e gelir ve Adil Giray ile buluşur. Kaçma planları yaparlar. Ancak bu durumdan Şehriyar haberdar olur. Bir gece baskınıyla Şehriyar ve adamları Adil Giray ve Perihan’ı öldürür. Cezmi yaralı kurtulup İran’dan kaçmayı başarır.
 Eser aslında iki cilt halinde tasarlanmıştır. Namık Kemal ikinci cildini tamamlayamamıştır.
Oyunları:
1. Vatan Yahut Silistre hakkında bilgi: Zekiye isimli bir kıza gönül veren İslam Bey, gönüllü olarak askere gider. Zekiye de erkek kılığına girerek arkasından gider. İslam Beyin gönüllü olduğu Silistre işgal altındadır. Kale kumandanı Sıtkı Bey haksızlığa uğramış ve rütbeleri sökülmüş vatanperver bir kumandandır.  Asıl adı Ahmet’tir. Büyük gayretlerle eski rütbesine kadar yükselmiştir. İslam Bey savaş sırasında yaralanır. Bu arada erkek kılığındaki Zekiye’nin sevdiği kız olduğunu öğrenir. Kalenin teslim edilmesini istemeyen Sıtkı Bey düşman cephanesinin imha edilmesinin tek çare olduğunu söyler. Bu iş için Abdullah Çavuş gönüllü olur. Kale kurtulduğunda Sıtkı Bey Zekiye’nin kendi kızı olduğunu öğrenir. Böylece aşk, babalık, evlat sevgisi ve dostluklar vatan sevgisinde birleşir.
2. Zavallı Çocuk: Şefika tıp tahsili yapan amcasının oğlu Ata’yı sevmektedir. Şefika’nın babası Halil Bey ise kızını zengin bir paşaya vererek maddi sıkıntıdan kurtulmak ister. Şefika ailesinin düştüğü maddi sıkıntılardan kurtulması adına bu evliliğe razı olur. Fakat aşkına yenik düşerek verem hastalığına yakalanıp ölür. Bu durumu duyan Ata ise Şefika’nın yatağı başında zehir içerek intihar eder.
3. Akif Bey: Bir deniz askeri olan Akif Bey dış görünüşüne aldandığı Dilruba ile evlenir. Kırım savaşının çıkması üzerine orduya katılan Akif Beyin ölüm haberi gelir. Dilruba başka biriyle evlenmeye karar verir. Akif Beyin babası oğlunun vasiyetine uyarak Dilruba’yı almaya geldiyse de Dilruba babayı reddeder. Ancak Akif Bey savaştan yaralı kurtulmuştur. Akif Bey eserin sonuna doğru kasabaya gelir. Karısının başka birisiyle evlenmek üzere olduğunu öğrenince Dilruba’yı öldürür. Kendisi de intihar eder.
4. Gülnihan:  Rumeli şehirlerinin birinde hüküm süren Kaplan Bey halka zulmetmektedir. Bütün Rakiplerini öldüren Kaplan Bey, birbirini seven Muhtar Bey ve İsmet Hanım ile mücadeleye girişir. İsmet hanıma Aşık olan Kaplan Bey, Muhtar Bey’i tutuklattırır. İsmet Hanım, Kaplan Beyi oyalamak için onunla nişanlanmayı kabul eder. Böylece Muhtar Bey serbest bırakılır. Daha sonra Muhtar Bey, Sofya’ya giderek Kaplan Beyin haksızlıklarını anlatır. Kaplan Paşa’nın idam kararıyla geri döner. Kaplan Paşa bu olaylardan sorumlu tuttuğu İsmet Hanımın dadısı Gülnihal’i öldürür. Kendisi de askerler tarafından öldürülür.
5. Celaleddin Harzemşah: Eser Moğol istilasına karşı koyan Celaleddin Harzemşah’ın hayatını anlatır. Onbeş perdelik bir oyun olan bu eser okunmak için yazılmıştır. Eserde Celaleddin Harzemşah’ın küçük bir kuvvetle koskoca Moğol ordusunu nasıl durduğu hisli ve duygusal bir üslupla anlatılır.
6. Kara Bela: Hint saraylarında padişahın kızı Behrever, Haremağası Ahmet ve Hüsrev arasında geçen macera konu edilir. Eserde Behrever ile Hüsrev birbirlerini sevmektedir. Haremağası entrikalar ile bu aşkı yok etmeye çalışır. Husrev Haremağası tarafından öldürülür. Behreyar ise Haremağasını hançerleyerek intihar eder.
Tarihi Eserleri:
1. Berika-i Zafer: İstanbul’un fethini anlatan tarihi bir eserdir.
2. Devr-i İstila: Osmanlı devletinin son dönemlerini ve padişahların tutumunu anlatır.
3. Evrak-ı Perişan: Selahattin Eyyübi, Fatih ve Yavuz Sultan Selim gibi Türk büyüklerinin hayatlarını ve hizmetlerini anlattığı eserdir.
4. Kanije: Kanije kalesinin savunmasında Tiryaki Hasan Paşa’nın kahramanlıklarını anlattığı eserdir.
5. Silistre Muhasarası: Silistre savaşına katılmış bir subayın başından geçen olayları anlattığı eserdir.
6. Osmanlı Tarihi: Dört cilt olan bu tarih kitabında Namık Kemal, birinci cildinde Osmanlı devletinin doğuşunu, kökenini, Ertuğrul Gazi, Osman, Orhan ve 1. Murat dönemlerini anlatır. İkinci ciltte 1. Beyazıt ve Fetret Devrini anlatır. Üçüncü ciltte Çelebi Mehmet ve 2. Murat dönemini; dördüncü ciltte ise Fatih dönemini anlatır.
7. İslam Tarihi: Peygamberimizin, Dört Halife, Emevi ve Abbasi dönemlerini anlatır.
8. Tercüme-i Hal-i Emir Nevruz: İlhanlı hükümdarı Nevruz’un hayatını anlatır.
Tenkit ve Makaleleri:
1. Tahrib-i Harabat: Ziya Paşa’nın Harabat adlı Divan antolojisi için yazmıştır. Ziya Paşa bu eserinde Divan edebiyatını yeniden canlandırmak istemiş; hatta Divan anlayışını yapılan eleştirileri haksız bulmuştu. Bunun üzerine Namık Kemal bir zamanlar dost olduğu Ziya Paşa’yı Tahrib-i Harabat adlı eseri ile yerden yere vururken Divan edebiyatına da her yönden hücum etmiştir.
2. Takip: Ziya Paşa’nın Harabat’ın ikinci cildini yayınlaması üzerine yazdığı bir tenkit eseridir.
3. İrfan Paşa’ya Mektuplar: İrfan Paşa’nın Mecmua-i İrfan Paşa adlı eserinde yeni edebiyat taraftarlarını tenkit etmesi üzerine yazmıştır.
4. Renan Müdafaanamesi: Fransız bilgin Ernest Renan’ın “İslam ilerleme engeldir” tezini çürütmek için yazmıştır.
5. Lisan-ı Osmani’nin Edebiyatı Hakkında Bazı Mülahazat-ı Şamildir: Bu makalede Namık Kemal edebiyat ve dil hakkındaki görüşlerini anlatmaktadır.
6. Müntehabat-ı Tasvir-i Efkar: Tasvir-i Efkar gazetesinde yazdığı makalelerini topladığı eserdir.
ALİ SUAVİ (1839 – 1878)
1839 yılında İstanbul’un Cerrahpaşa semtinde doğdu. Babası Çankırılı Hüseyin Ağadır. Davut paşa İskele Rüştiyesinde bir kaç sene okuyan Suavi, medrese tahsili görmemiş olup, cami dersleriyle kalmıştı. Bu sebeple daha sonraları cami vaizliği yaptığı dönemlerde halkın diliyle ve çok kere de mantıkiyle konuşurdu. Suavi, Sami Paşanın maarif nazırlığı sırasında girdiği imtihanda başarı göstererek, Bursa Rüştiyesine muallim-i evvel tayin edildi. Ancak ahlaki düşüklüğü dolayısıyla hakkında yapılan şikâyetler artınca, bir sene sonra Bursa’dan ayrılmak mecburiyetinde kaldı. Bir müddet Rüştiyede başmuallimlik vazifesinde bulundu. Bu sırada hacca giden Ali Suavi, dönüşte Sami Paşanın himayesiyle Filibe Rüştiyesine hoca olarak tayin edildi. Daha sonra Sofya’da ticaret mahkemesi reisliği, Filibe’de tahrirat müdürlüğü yaptı.
1867 senesinde İstanbul’a dönen Suavi, bir taraftan Şehzade Camiinde vaazlar veriyor, diğer taraftan Filip Efendinin Muhbir adlı gazetesinde yazarlık yapıyordu. Bir süre sonra devlet aleyhinde şiirler yazmaya başladı. Bu durum, gazetenin kapatılmasına ve Ali Suavi’nin Kastamonu’da ikamete mecbur edilmesine yol açtı. Kastamonu’dayken Mustafa Fazıl Paşanın daveti üzerine Ziya Paşa, Namık Kemal ve Ali Sauvi aynı vapurla kaçıp Paris’e gittiler. Paris’te Genç Osmanlılar Derneği ile çalıştı. Londra’ya giderek Namık Kemal ve Ziya Paşa’nın da desteği ile Muhbir gazetesini çıkardı. Ancak Genç Osmanlılarla görüş ayrılığına düşünce gazeteyi bırakmak zorunda kaldı.
Londra’da bir İngiliz kızı ile evlenen Ali Suavi, 2. Abdülhamit’in tahta çıkması üzerine İstanbul’a geri döndü. Galatasaray Sultanisine müdür tayin edildi. Kötü idaresi ile mektebi karıştırması, perişan tavırları ve Türk halkının örf ve adetlerine uymayan davranışları yüzünden bu görevden alındı. Bu olaydan sonra Abdülhamit Han’a ve idaresine düşman kesilen Ali Suavi, Sultan’ı tahttan indirmeye ve yerine beşinci Murat’ı padişah yapmaya karar verdi. Bu konuda İngilizlerin de desteğini sağladı. Bunun için gizli olarak çalışmaya başladı. Etrafına topladığı beş yüz kadar göçmen ile 20 Mayıs’ta Beşinci Murat’ın bulunduğu Çırağan Sarayı’nı basarak, beşinci Murat’ı dışarı çıkardı. Bu sırada yetişen Beşiktaş muhafızı Hasan Paşanın vurduğu bir sopa darbesiyle Ali Suavi, olay yerinde öldü (1878). İngiliz olan karısı Mary, olay gecesi yalıda bulunan belgeleri yaktıktan sonra derhal kendisini bekleyen gemi ile Londra’ya kaçtı
Ali Suavi daima ön safta bulunmak isteyen, övülmeyi seven, yalan söylemekten çekinmeyen ve dostluğuna güvenilmeyen bir kişiliğe sahipti. Onun bu şahsiyetini iyi değerlendiren İngilizler, kendisini istedikleri biçimde yetiştirmişler ve kullanmışlardır. Nitekim o, rejim meselesinde İngiliz parlamentarizmine benzeyen bir meşrutiyet arzusunu daimi olarak dile getiriyordu. Diğer taraftan klasik medrese tahsili bile görmeyen Suavi, belli çevrelerce muhaddis ve hatta müctehid (Din hakkında hüküm veren kişi) gibi gösterilmeye çalışılmıştır. Suavi, dinde reform yapmak gerektiğini, hutbenin her milletin kendi dilinde okunmasını ısrarla savunmuştur. Hatta ezanın ve diğer ibadetlerin de Türkçe yapılmasını savundu. Din ile devlet işlerinin birbirinden ayrılması gerektiğini söyleyen Suavi alfabede Latin alfabesine geçilmesi taraftarıdır. İslamiyet öncesi Türk edebiyatını inceleyerek Türklerin 4000 yıllık geçmişi olduğunu söyler.
Eserleri: Kamus-ül-Ulum vel-Maarif, Ali Paşa’nın Siyaseti, Hukuk-üş-Şevari ve Hive Hanlığı’dır.
ZİYA PAŞA (1825 – 1880)
Gerçek ismi Abdülhamit Ziyâüddîn’dir. 1825’te İstanbul’un Kandilli semtinde doğdu. İlk ve orta öğreniminin bir bölümünü Süleymaniye’deki Edebiye Mektebi ile Beyazıt Rüştiyesinde yaptı. Lalası İsmail Ağa’dan Aşık Ömer, Gevheri, Aşık Garip gibi halk şairlerinin şiirlerini öğrendi. Bir taraftan da Arapça ve Farsça’yı öğrendi. Diğer taraftan eline geçen divanları okuyup divan şiirleri yazmaya başladı. 30 yaşına kadar Sadaret Mektûbî Kalemi memurluğunda bulundu. 1855’te Reşid Paşanın yardımı ile Mâbeyn Üçüncü Kâtibi oldu. Bu arada Ethem Paşa’nın tavsiyesi üzerine Fransızca’yı öğrendi ve Fransızca’dan eserler tercüme etmeye başladı. Fransızca ve bu sâyede elde ettiği Fransız kültürü, Ziyâ Paşanın şahsiyetini değiştirdi.
Sultan Abdülaziz Han devrinde, Reşit Paşa’nın ölümü üzerine Sadrazam olan Âli Paşa’yla anlaşamadı. Ali Paşa onu saraydan uzaklaştırarak Zaptiye Müsteşarlığına tâyin ettirdi. Bu devrede Ziya Paşa Encüman-ı Şuara’ya devam ederek Divan şiirini iyice örendi. 1862 yılında Kıbrıs kaymakamlığına tayin edildi. İstanbul’a döndükten sonra yine Ali Paşa ile anlaşamaz ve Amasya kaymakamlığına atanır. Ardından Canik kaymakamlığına atanır. Fakat bu görevi istemez. Ali Paşa ile geçinemeyen Ziya Paşa böylece sık sık görev değiştirir. Bu durumu saraya bildirerek çözüm ister.
Birinci Meşrutiyetin kurulmasına çalışan Yeni Osmanlılar Cemiyetine üye oldu. Bu durum anlaşılınca Namık Kemâl’le birlikte Paris’e kaçtı. Bu devrede Mustafa Fazıl Paşa’nın maddi desteğini aldı. Ancak Abdulaziz’in Paris’i ziyareti üzerine Fransız hükümeti tarafından yurt dışı edildi. 1868’de Londra’ya geçerek Namık Kemâl ile Hürriyet Gazetesi’ni çıkardı. Ancak kısa süre sonra Namık Kemal ile anlaşamayarak gazeteyi tek başına çıkarmaya başladı. Gazete bir süre sonra kapandı. Ziya Paşa Cenevre’ye geçti. Yaklaşık beş yıllık Avrupa hayatı sırasında Rüya, Veraset Mektupları, Zafername, Terkib-i Bend eserlerini yazdı.
  Ali Paşa’nın ölümü üzerine 1871 yılında İstanbul’a döndü. Mahmut Nedim Paşa tarafından kendisine İcra Cemiyeti Reisliği verildi. 1873’te Şura-yı Devlet (Danıştay) üyeliğine atandı. Bu dönemde Harabat adlı eserini yazdı. 5. Murat’ın tahta geçmesiyle Mabeyn Kâtipliğine getirildi. 1876 yılında Maarif üyeliğine atandı.
II. Abdülhamit’in tahta çıkması ile Kanuni Esasî Encümenliği yaptı. 1877 yılında vezir rütbesiyle Suriye; 1878 yılında Konya Valilikleri yaptı. Adana’da valiyken, 1880’de vefat etti. Kabri oradadır.
Ziya Paşa, istikrarlı, sistemli bir fikir adamı değildi. Devamlı değişen, zikzaklar çizen bir karaktere sahipti. Bilhassa fikrî yönden batı tesiri altında kaldı. Kendisinde, Fransız filozofu J.J. Rousseau’nun (Russo) tesiri çok fazlaydı. Fikrî bakımdan bu tesirlere rağmen, divan edebiyatı geleneğinden kopmadı. Harabat isimli antolojisi, eski geleneğin en güzel örneğidir. Hatta bu eserindeki eskiye bağlılığı sebebiyle, yakın arkadaşı Namık Kemal’in, sert hücumuna maruz kaldı. Bununla beraber, Ziya Paşa, bir divan şâiri olamadı. Divan edebiyatına karşı sevgi duyup ve bu alışkanlığı devam ettirmekle beraber; hak, adalet, ilerleme gibi siyasî ve sosyal konuları işleyen, savunan şiirleri de vardır.
Mevki ve makam hırslısı olan Ziya Paşa; makale, şiir, hiciv, antoloji ve edebiyat tarihî türlerinde eserler yazdı. Mizah edebiyatının meşhur simaları arasına girdi. Nazım şekli, vezin ve dil olarak eskiye bağlı kaldı. Şinasi’den beri gelen yeni sanat ve dil görüşlerini savundu. Bu arada; hece vezni ve sade dille bir de türkü yazdı. Nesirlerinde dili açık ve sadedir. Konuşma diline yakın olmaya çalıştı. Yine makalelerinde siyasî ve sosyal konuları işledi. Anadolu’nun değişik yerlerinde idarecilik yaptığından, tenkitleri gözlemlere dayanıyordu. Bu bakımdan tesirli oldu. Büyük bir lügat ve gramer noksanlığından dertlidir, Fakat bu konuda önemli bir çalışması yoktur.
ESERLERİ:
Şiirleri:
1. Eş’ar-ı Ziya: Ölümünden sonra basılmış bir kitaptır. Bu eserde Ziya Paşa’nın Divan edebiyatı tarzındaki şiirleri vardır.
2. Terci-i Bend: 1859 yılında basılmıştır. Eser onar beyitlik bentlerden oluşur. Kâinatın yaratılışı ve insanın kâinattaki yerini konu alan tasavvufi bir eserdir. Eserde Ziya Paşa edebi bir olgunluğa erişmiştir. Ziya Paşa Batılı bir gözle ilk defa kâinatı şiire sokar.
 3. Terkib-i Bend: 1870 yılında basılmıştır. Bu eser Bağdatlı Ruhi’nin Terkib-i Bend’ine bir naziredir. Eserde adalet ve felsefe ele alınmıştır.
4. Zafername: Eser kaside, tahmis ve şerh olmak üzere üç bölümden oluşur. 1868 yılında Girit Rumlarının isyan etmesi üzerine Ali Paşa donanma ile adaya gider ancak yenilgiye uğrar. Bu yenilgiyi Ziya Paşa başarılı bir zafermiş gibi sunar. Böylece Ali Paşa’yı över gibi yapıp eleştirir.
Edebiyat Tarihi:
1. Harabat: 1875 yılında basılmıştır. Eser üç cilt üzerine tertiplenmiştir. Birinci cildinde uzun bir önsöz ki, eski edebiyatı över, Türkçe, Arapça ve Farsça kasidelerden oluşur. İkinci cildi yine Türkçe, Arapça ve Farsça şiirlerden oluşur. Üçüncü cildi ise Türkçe ve Farsça mesnevilerden oluşur. Namık Kemal bu eser ile Divan edebiyatının yeniden canlandırılmak istendiğini öne sürerek Tahrib-i Harabat ve Takip adlı iki eserle eleştirir.
Tercümeleri:
1. Endülüs Tarihi
2. Engizisyon Tarihi
3. Tardüffe
4. Emil
Diğer Eserleri:
1. Rüya: Sultan Abdulaziz ile memleket meselelerine dair uzun bir sohbet şeklinde yazılmıştır. Londra’da uyurken bir rüyaya dalan Ziya Paşa düşünde gördüğü padişaha memleketin büktün sorunlarını anlatır. Bu problemlerin halledilmesi için Ali Paşa’nın görevden alınmasını teklif eden Ziya Paşa park bekçisinin uyandırmasıyla her şeyin hayal olduğunu anlar.
2. Veraset Mektupları: Mısır ve Osmanlı veraset kanunlarını eleştiren ancak esasında Ali Paşa’yı eleştiren iki mektuptan oluşur. Mısırlı Mustafa Fazıl Paşa’nın hukukunu korumak için yazmıştır.
3. Arz-ı Hal: Ali Paşa’ya karşı hıncını işleyen Ziya Paşa bu 72 sayfalık eseri padişaha sunmak için yazmıştır.
4. Şiir ve İnşa: Hürriyet gazetesinde yayınladığı bu uzun makalede Ziya Paşa edebiyat hakkındaki görüşlerini yazmıştır. Bu eserde Ziya Paşa yeni edebiyatı saflarındadır. Divan edebiyatının hem dilini hem de halktan kopukluğunu eleştirmiştir. Ne var ki daha sonraları yazdığı Harabat eserinde bu düşüncelerinin tersini söylemiştir. O yüzden eski ve yeni arasında tutarlı olamamıştır.
AHMET MİTHAT EFENDİ (1844 – 1912)
1844 Yılında İstanbul Tophane’de doğdu. Küçük yaşta babasını kaybeden Mithat Efendi 1857 yılında Vidin’de bulunan üvey ağabeysisinin yanına gitti. İlköğrenimini burada tamamladıktan sonra 1861 yılında İstanbul’a dönerek Tophane Sıbyan mektebinde öğrenimine devam etti. Çocukluk yıllarında maddi sıkıntı içinde olduğu için bir aktarın yanında çalışmaya başlamıştır. Dükkân komşusu Hacı İbrahim’in geceleri evine giderek ondan Kuran dersleri aldı. 1862 yılında tekrar Vidin’e geri döndü. Mithat Paşa’nın Niş valisi olmasıyla Ahmet Mithat Efendi’de Niş’e gider. Burada Niş rüştiyesine devam eder. Bu okulda gramer, felsefe, mantık, tarih, coğrafya ve Farsça dersleri alır. Bu dönemde şiire ilgi duyar. Ermeni bir hocadan Fransızca dersleri alır. 1863 yılında rüştiyeyi bitirdikten sonra Rusçuk’ta Mektubi Kalemine memur olarak girer. Bu yıllarda medrese derslerine devam eder. Arapça ve Farsçayı bu devrede öğrenir. 1865 yılında Politika Müdürlüğünde Türkçe kâtipliği yapar. Fransızcasını ilerleterek La Fontaine’nin eserlerini okur. 1866 yılında ilk evliliğini Servet Hanımla yapar. 1867 yılında ise ağabeyi ile anlaşamayarak evinden ayrılır. 1868 yılında Tuna gazetesinde yazılar yazmaya başlar. Kısa sürede bu gazetenin başyazarı olur. Bu gazetede yazdığı yazılar Mithat Paşa tarafından beğeni ile karşılanır. 1869 yılında Mithat Paşa’nın Bağdat valisi olması üzerine o da Bağdat’a gider. Burada Vilayet Politika Müdürü ressam Osman Hamdi Bey ile tanışır. Onun tavsiyesi üzerine Avrupa’dan eserler getirterek onları okur ve kendisini geliştirir. Yine Hamdi Beyin desteği ile telif hayatına girer. Bağdat’ta bir basımevi kurarak Zevra adlı bir gazete çıkarmaya başlar. Ayrıca bu devrede özellikle Arapça ve Farsça yazılmış birçok eseri de inceler. 1871 yılında abisinin ölümü üzerine İstanbul’a döner. Ceride-i Askeriye gazetesinde başyazar olarak çalışır. Bu arada Basiret gazetesinde edebi yazılar da yazar. Özellikle Osmanlıcanın ıslah edilmesi hususunda önemli makaleleri bu gazetede yayımlar. Kendi çabalarıyla Tahtakale’de bir matbaa kurarak eserlerini basmaya başlar. 1872 yılında İbret gazetesinin yönetimini üstlenir. Böylece Namık Kemal ile tanışır. Ancak 1873 yılında hükümetin İbret gazetesini kapatıp çalışanlarının da sürgün edilmesiyle Ahmet Mithat Paşa Rodos’a sürülür. Bu sürgün hayatı üç yıl sürer. Sürgünde iken İstanbul’da çıkan Kırkanbar dergisini yönetir. Bu üç yıllık zamanda kendisini tamamen eser yazamaya verir. Hikâyelerinin birçoğunu Lefafif-i Rivayet adıyla burada yayınlar.
 Sultan Abdulaziz’in 1876 yılında tahttan indirilmesi sonucu genel aftan yararlanarak İstanbul’a dönen Ahmet Mithat Paşa aynı yıl Rodos’ta Tahrırat Müdürü olarak görevlendirilir. Ancak birkaç ay bu görevi yaptıktan sonra tekrar İstanbul’a geri döner. İstanbul’a geldikten kısa süre sonra İttihat gazetesini çıkarır. Aynı zamanda Vakit gazetesinde de yazılar yazmaya başlar. 1878 yılında Takvim-i Vakayı gazetesinin müdürü olur. Bu arada ikinci evliliğini Fıtnat Hanımla yapar. 1879 Yılında yazdığı Üss-i İnkılap ve Zubdetü’l Hakayık eserleriyle 2. Abdulhamit’in takdirini kazanır. Bunun üzerine Namık Kemal ile araları açılır. Namık Kemal onu Abdulhamit’e bağlılığı nedeniyle şiddetle tenkit eder. 1879 yıllarının sonuna doğru Tercüman-ı Hakikat gazetesinin yönetimini üstlenir. 1908 yılına kadar bu gazetede makale, roman ve hikâyelerini yayımlar. Halk arasında şöhret yapar. Bu yıllar Ahmet Mithat Efendi’nin bir kütüphane oluşturacak kadar eser yazdığı yıllardır. 1880 yılında Beykoz’da bir çiftlik alarak eser yazmaya burada devam eder. 1884 yılında üçüncü evliliğini Melek Hanımla yapar. 1889 yılında Stockholm’de toplanan Şarkiyatçılar kongresinde Osmanlıyı temsil eder. 1895 yılında Meclis-i Umur-u Sıhhıye başkanlığı görevini üstlenir. 1908 yılında meşrutiyetin ilanı ile beraber Sabah gazetesinde de yazılar yazmaya başlar. Bu yıllarda damadı Muallim Naci’ye Tercuman-ı Hakikat gazetesinin edebiyat bölümünü açar. Ancak kısa sürede damadının yaptığı edebi tartışmalardan hoşlanmayarak Naci’yi gazeteden uzaklaştırır. Recaizade Mahmut Ekrem ile başlayan ferdiyetçi zihniyete şiddetle karşı çıkan Ahmet Mithat Efendi Dekadanlar tartışmasını başlatır. Bu tartışma büyük yankılar uyandırır. Denilebilir ki Servet-i Funun akımına en şiddetli karşı duran böylece Ahmet Mithat Efendi’dir. 1909 yılında emekliye ayrılarak hem gazetelerden uzaklaşır hem de edebiyattan kopar. Daruşşafaka’da ücretsiz öğretmenlik yaptığı sırada 1912 yılında kalp krizi sonucu hayatını kaybeder.
Ahmet Mithat Efendi devrinin en popüler edebiyatçısıdır. Nesrin hemen her türlü dalında eserler vermiştir. Eserlerinin hiç birinde hayalperest bir duruşu yoktur. O tam bir hayat adamıydı. Ömrü boyunca değişik ve çok renkli yaşamlara girip çıkmıştır. Ticaretten siyasete kadar her şeyi biliyordu. Gençlik dönemlerinde Ruçuk’ta içkili kadınlı meclislere girmiş, Olgunluk döneminde hem zindan hayatını hem de saray hayatını yaşmış, İstanbul’un her türlü tabakadan insanı ve her ırktın insanla düşüp kalkmıştır. Dini sohbetlere icabet etmiş ve milli meselelerle ilgilenmiştir. Dolayısıyla bu çok yönlülüğü hem hikâyelerine hem de romanlarına malzeme kaynağı olmuştur.
Ahmet Mithat diğer Tanzimatçılar gibi olaylara yön veren bir hareket adamı değil halkı eğitmeyi amaçlayan bir hizmet adamıdır. Bu sebeple ömrünü hep eser yazmakla geçirmiştir. Tanzimat döneminin en fazla eser veren yazarıdır. Kendisine döneminde “Oniki beygir gücünde bir yazı makinesi” denmesi tesadüf değildir. Onun düşüncesi memleketin ilerlemesi ve uygar bir toplum olmanın temel şartı okumaktır. Geniş halk tabakalarının eğitimi için eserler yazmış olan Ahmet Mithat, sanatı da ikinci plana itmiştir. Kullandığı dil ise amacına uygun olarak halkın anlayabileceği sadeliktedir. Denilebilir ki Tanzimat sanatçıları içinde halka yaklaşabilen bir üslubu bulan Ahmet Mithat’tır. Bu yüzden çağdaşı Ali Suavi, Şinasi ve Ziya Paşa gibi O da bir kelimenin Türkçesi dururken Arapça ve Farsça karşılığının kullanılmasına karşı çıkmış, böylece Şemseddin Sami ve Ahmet Vefik Paşa’dan sonra Milli edebiyat akımının öncülerinde olmuştur.
Çağdaşı yazar ve şairlerin aksine Genç Osmanlılar oluşumuna karşı çıkmış, “Parlamento Rezaletleri”  yazısıyla bu oluşumu tasvip etmemiştir. Bu yüzden Namık Kemal ile arası açılmıştır. O Namık Kemal’in Osmanlıcı ve İslamcı sentezine karşılık Osmanlıcı, İslamcı ve Türkçü sentezini oluşturmaya çalışmıştır. Türk tarihinin beşbin yıl önceye dayandığını söyleyenlerden birisidir. Türk tarihi ve etnografyası üzerine yaptığı çalışmalarla ilgi odağı oluştur. Türk medeniyetinin köklü bir medeniyet olduğunu ortaya koyarak Batı karşısında ezilen ve Batının modasını kendi yaşamına uygulamaya çalışan züppe tipine karşı çıkan da O’dur.
Ahmet Mithat önemli gazetecilerimizdendir. Tuna, İbret, Devir, Bedir, Ceride-i Askeriye, Basiret ve Tercüman-ı Hakikat gibi gazetelerde çalışır. 1879–1909 yılları arasında kendisinin çıkardığı Tercüman-ı Hakikat gazetesi ile Muallim Naci başta olmak üzere Ahmet Rasim ve Hüseyin Rahmi gibi yazarların yetişmesine yardımcı olur. Gazete sayesinde hem fikirlerini rahatlıkla ortaya koyma imkânı bulmuş hem de edebi anlamda yeni tartışmaları başlatma imkanı bulmuştur. Dekadanlar yazısıyla Servet-i Funun akımını eleştirmiş, klasiklerin Türkçeye çevrilmesi yönünde yazdığı İkram-ı Akvam başlıklı yazısıyla yeni bir tartışmaya yol açmış, Üss-i İnkılâp eserinde Genç Osmanlılar anlayışına cephe almış, Sadeliği İltizam Edelim yazısıyla dildeki sadeleşmeyi savunmuş, Ben Neyim adlı yazısıyla maddecilik akımını karşı çıkmıştır.
Hikâyelerinde meddah tarzını benimseyen Ahmet Mithat, Kıssadan Hisse ve Letaif-i Rivayet adlı hikaye kitaplarında Orta oyunu ve Karagözden yararlanır. Halk diliyle yazdığı bu hikâyelerinde meddahlığın diyalog ve tahkiye unsurlarını kullanır. Okuyucuya senli benli ifadelerle yaklaşır. Hikâyelerinin hepsinde ders verme güldürürken düşündürmeyi amaçlar. Romanlarında olduğu gibi hikâyelerinde de olayın akışını keserek sık sık bilgi verir. Hikâyelerinde her ne kadar yerli unsurları kullanmışsa da Batı hikâyeciliğinin akımlarından da etkilenmiştir.
Ahmet Mithat’a göre roman, bir insan topluluğu içinde görülen hallerden birisini ya da kimilerini kağıt üzerine koymaktır. Roman genel ahlakın tayin ettiği yaşantılar içinde oluşur. Avrupa’nın romanı nasıl kendine ait ise bizim romanımızda kendimize ait olmalıdır. Avrupa’nın kendi hayatıma uymayan romanlarını örnek almak yanlıştır. Milli bünyemize uyan romanı örnek almalıyız. Milletin örf ve adetleri inanç ve davranışları romanı şekillendiren önemli unsurlardır. Roman milletle bütünleşmelidir. Millet başka, roman başka olmamalıdır.
Romanlarında ya kendisi ya da bir dostu vardır. Konuları daima ya kendi başından, ya da bir dostunun, bir tanıdığının başından geçen olaylardır. Görmediği hiçbir âlemi, hatta hiçbir yeri anlatmak istemez. Romanlarına konu olacak yerleri önceden görür ve o mekânda yaşar. Sonra kullanır. Romanlarında kişiliğini gizlemez. Sık sık olayın akışını keserek okuyucuya çeşitli bilim dallarında bilgi verir. Okuyucuya çeşitli sorular sorar ve bu sorulara yine kendisi cevap verir. Romanlarında ahlak gayesi güden Ahmet Hamdi, romanın sonunda iyileri ödüllendirirken kötüleri cezalandırır. Okuyucuyu bilgilendirmek ve eğitmek amacında olduğu için romanlarında sanat ikinci planda gelir.
Eserleri: Ahmet Mithat Efendi’nin 208 basılmış 15 basılmamış toplam 223 eseri vardır.
Hikayeleri: Kıssadan Hisse, Letaif-i Tercüman-ı Hakikat, Letaif-i Rivayet
Romanları: Esaret, Hasan Mellah, Diplomalı Kız, Felatun Bey ile Rakım Efendi, Hüseyin Fellah, Sui Zan, Gençlik, Felsefe-i Zenan, Firkat, Yeniçerililer, Ölüm Allahın Emri, Fitnekar, Nasip, Bahtiyarlık, Bir Tövbekar, Kısmeti Olanın Kaşiğinde Çıkar, Dolapta Temaşa, İki Hudekar, Emanetçi Sıdkı, Can Kurtaranlar, Ana-Kız, Dünyaya İkinci Geliş, Yeryüzünde Bir Melek, Karı-Koca Masalı, Paris’te Bir Türk, Süleyman Musli, Kafkas, Çengi, Beliyyat-ı Mudhike, Karnaval, Hnüz Onyedi Yaşında, Acaib-i Alem, Dürdane Hanım, Vah, Esrar-ı Cinayet, Cellat, Hayret, Cinli Han, Alayın Kraliçesi ve Zeyli, Çingene, Arnavutlar, Demir Bey, Fenni Bir Roman, Haydut Montari, Gürcü Kızı, Rikalda, Ben Neyim, Müşahedat, Papazdaki Esrar, Hal ve Hakikat, Ahmet Metin ve Şirzat, Bir Acibe-i Seydiye, Taaffüf, Gönüllü, Eski Mktuplar, Mesail-i Muğlaka, Altın Aşıklar, Jön Türk
Çeviri Romanları: Üç Yüzlü Karı, La Dame aux Comalias, Bir Kadının Hikayesi, Bir Delikanlının Hikayesi, Amiral Bing, Antonin, Peçeli Kadın, Gabriyel’in Günahı, Merdut Kız, Lukiy-i Asfar, Konak, Kamere Aşık, Pastadaki Esrar, Bilgiç Kız, Nedamet mi, Odolf Hisarı, Aleksandr Stredella, Sanatkar Namusu, Seyidin Hülasası
Oyunları: Eyvah, Hükm-i Dil, Açıkbaş, Ahz-ı Zar, Zuhur-u Osmaniyan, Fürs-ü Kadimede Bir Facia, Çengi, Çerkes Özdenler
Tarih Eserleri: Kainat, Üss-i İnkılap, Zübtetül Hakayık, Mufasal
Diğer Eserleri: Hace-i Evvel, Mukaddeme, İngiltere, Danimarka, İsveç, Rusya, Fransa, Peyyiba
MUALLİM NACİ (1850 – 1893)
 İstanbul Fatih’te doğdu. Asıl adı Ömer’dir. Yedi yaşındayken babasını kaybeder. Çocukluğu Varna’da dayısının yanında geçer. Daha küçük yaşlarda Kuran-ı Kerim okumaya ve hafızlığa başlar. Medrese eğitiminden geçen Naci, eski edebiyat kültürüyle yetişir. Arapça ve Farsçayı iyi derecede öğrenir. Divan edebiyatından birçok divanı okur. Varna’da öğrenimini sürdürürken Fransızca dersleri alır. Hattat Abdulhalim Efendi’den sülüs ve nesih yazılarını öğrenir. Daha küçük yaşlardan itibaren halk şiirine yabancı kalmaz. Özellikle Âşık Ömer’i severek okur. 1867 yılında Varna’da yeni açılan rüştiyede öğretmen yardımcılığı ile ilk memurluk hayatına atılır.  Yaptığı çalışmalar ile Varna mutasarrıfı Sait Paşa’nın dikkatini çeker. Paşa onu yanına alır. Sait Paşa ile beraber Anadolu ve Rumeli’de birçok şehri gezme imkânı bulur. Sait Paşa’nın Akdeniz adaları valiliğine atamasıyla Sakız adasına gider. Naci burada üç yıl kalır. Sait Paşa’nın Berlin elçiliğine atanması üzerine Berlin’e gitmez. İstanbul’a döner. Şiir dünyasına 1866 yılında Bağdatlı Ruhi ve Ziya Paşa’nın şiirlerine nazireler yazarak başlayan Naci, Yenişehirli Avni Bey ile tanışarak Divan edebiyatına karşı ilgi duyar. Bu ilgi ileriki yıllarda Muallim Naci’yi yeni şiire karşı divan şiirini savunan en önemli şair yapar. Hemen hemen eski şiiri savunan bütün şairler Naci etrafında toplanır.
 1883 yılından sonra Ahmet Mithat’ın çıkardığı Tercüman-ı Hakikat gazetesinin edebiyat kısmını yönetmeye başlar. 1884 yılında Ahmet Mithat’ın besteci kızı Mediha Hanımla evlenir. Eski şiiri savunan şairlerin Naci’nin desteği ile Tercüman-ı Hakikat gazetesinde toplanması gören Ahmet Mithat 1885 yılında Muallim Naci’yi gazeteden uzaklaştırır. Gazeteden ayrılan Naci Galatasaray Sultanisinde edebiyat öğretmenliği yaparak geçimini sağlar. Saadet ve Mürüvvet gazetelerinde yazılar yazar. 1893 yılında hayatını kaybeder.
 Eski – yeni tartışmasını başlatarak adından uzun yıllar söz ettiren Muallim Naci, eski şiirin temsilcisi olarak isim yapar. Abdulhak Hamid’i örnek alarak kendisine rakip görür. Recaizade Mahmut Ekrem’in kendisini ikinci plana itmesine ise gücenir. Böylece Ekrem ile edebi tartışmalara girer. Ekrem 3. Zemzeme ve Takdir-i Elhan eserlerinde Muallim Naci’yi; Naci ise Demdeme adlı eserinde Ekrem’i eleştirir. Tartışmanın boyutları büyür. Ekrem, içişleri bakanlığına başvurur. Matbuat Müdürlüğü olaya el koyarak Naci devlet eliyle susturulur. Bu tartışmalarda Naci en çok dil, üslup, vezin ve şekil hataları üzerinde durur. Yenilikçi şiirin bütün kuralları yıkan anlayışına şiddetle karşı çıkar. Şairlerin büsbütün eski şiir ile bağlarını koparmasına karşı çıkar. O yeniliğe karşı çıkmamış, aksine eski şiirin bağlarından kopmadan yenileşme taraftarıdır.
 Divan tarzı şiirlerinde Nedim ve Baki etkisindedir. Divan şiirine taraftar olmasına karşın divan edebiyatını gerçekçi olmaması nedeniyle eleştirir. Özellikle divan şiirindeki mazmumlara karşı tavır alır. O eski ile yeni arasında bir denge kurmaya çalışan bir şairdir. Şiirde iyiyi ve güzeli bulmaya çalışır. Ona göre bir eserin manzum olması onun şiir olması anlamına gelmez. Hem söyleyiş hem de muhteva yönünden zengin olması gerekir. Vezin ve kafiyeyi nazmın çekiciliğini artıran bir süs olarak görür. Bu yüzdendir ki Naci Tanzimat döneminde Aruz veznini Türkçeye kusursuzca uygulayan tek şairdir. Türkçedeki kısa heceler Naci ile beraber uzamaya başlamıştır. Muallim Naci, şiirde Türkçe kelimelerin gücünü ve yeterliliğini göstermesiyle hem Mehmet Akif’e Hem de Tevfik Fikret’e yol göstermiştir.
 Muallim Naci Osmanlıca’yı ayrı bir dil olarak görür. Ancak Türkçe’yi ayrı Osmanlıca’dan ayırmaz. O, dilde Arapçılığa karşı Türkçülüğü savunur. Halk dilinde kullanılmayan eski kelimeleri ahenk yaratmak için seçer ve kullanır. Sade yazmaya özen gösterir. Köylü Kızların Şarkısı adlı şiirinde dilimizin saf ve berrak söyleyişine ulaşmıştır. Türkçenin doğru kullanılması ve edebi metinlerin nasıl yazılması hususunda önemli eserler veren Naci bir lugat ve edebi bilgiler eseri yazmıştır.
Eserleri:
1. Şiirleri: Terkib-i Bend-i Muallim Naci, Ateş-pare, Şerare, Füruzan, Sünbüle, Mirat-ı Bedayi, Yadigar-ı Naci, Ertuğrul Bey Gazi
2. Edebi Tenkitleri: Yazmış Bulundum, Muallim, Demdeme, Müdafaaname
3. Mektupları: Şöyle Böyle, İntikad, Muhaberat ve Muhaverat
4. Tiyatroları: Musa Bin Ebu’l Gazan Yahut Hamiyet, Zatü’n-Nitakayn, Heder
5. Dil ve Edebiyat: Lugat-ı Naci, Islahat-ı Edebiye, Osmanlı Şairleri, Esami
6. Çevirileri: Hurde-Furuş, Muammay-ı İlahi, Saib’de Söz, Sanihatü’l Arab, Emsal-i Ali, Mütercem
7. Okul Kitapları: Talim-i Kıraat, Mekteb-i Edeb, Vzaif-i Ebeveyn
8. Hatıralar: İcaz-ı Kuran, Medese Hatıraları, Yadigar-ı Avni, Ömer’in Çocukluğu, Necm-i Saadet
SAMİ PAŞAZADE SEZAİ (1859 – 1936)
 1859 yılında İstanbul’da doğdu. Babası Abdurrahman Sami Paşa yenilikçi ve devrin ileri gelenlerindendir. Sezai çocukluğunu Tanzimat yaşayışına uygun bir çevrede geçirir. Görkemli bir hayatın içinde kışın konakta yazın Çamlıca’daki yalıda yaşamıştır. Daha çocukluğunda yaşadığı konakta Namık Kemal, Recaizade Mahmut Ekrem ve Abdulhak Hamit, Kazım Paşa ve Ebuzziya Tevfik gibi şahsiyetlerin sanat ve fikir hareketleri üzerine yaptıkları sohbetlere bilfiil katılmıştır. Zengin ve üst düzey bir hayatın içinde olan Sezai özel bir öğrenim görür. Mehmet Galip Efendi’den Arapça; Muallim Feyzi Efendi’den Farsça; yabancı hocalardan ise Fransızca ve Almanca dersleri alır. Daha küçük yaşlarda Tanzimat dönemi sanatçılarını severek okur. Özellikle Namık Kemal’in etkisinde kalır. Hamid’in etkisiyle İran Şairi Sadi’yi okur. 1872 yılından sonra basın hayatına girer. Kamer ve İttihat gazetelerinde ilk denemelerini yazar. Namık Kemal ile on yedi yaşında tanışır. Hatta Namık Kemal tutuklandığında onu sık sık ziyaret eder.
 Sezai ilk memuriyet görevine 1879 yılında Evkaf-ı Hüma
Kaynak: www.englishpage.blogcu.com izni ile alınmıştır

CEVAP VER
Lütfen yazınızı giriniz.
Lütfen adınızı buraya giriniz.